Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem imam Ali hakkında buyururki ; Seni sevenler ölürken hasretle ölmez,kabirde korkmaz ve tek kalmaz,kıyamet günü dehşete düşmez. Bu onlara yeterlidir. Tarih-i Bağdad c4 / 102,Lealil Masnua (Suyuti) s 64,Yenabi ul Mevedde
   
  ALEVİ İSMİN VAR ALEVİLİGİ YAŞİYONMU PEKİ
  HZ HÜSEYİN HUTBESİ
 

İmam Hüseyin (a.s)’ın Sahabeden İki Yüz ve Tabiinden ise Sekiz Yüzü Aşkın Kişinin Huzurunda Bu 
Bismillahirrahmanirrahim
[1] şöyle bir hutbe irat ettiler: ) “Evet, Allah’ı şahid tutarız ki öyledir” dediler.[2][3] ve sahabeden bazıları (bu hususta) itiraz edince de: “Ben sizin kapılarınızı kapatıp onun (Hz. Ali -a.s-) kapısını açık bırakmadım; fakat Allah-u Teâla sizin kapılarınızın kapatılıp onun kapısının açık bırakılmasını emretti bana” buyurduğunu, sonra halkı, Hz. Ali (a.s) hariç camide yatmaktan nehyettiğini ve Hz. Ali (a.s)’ın odasının caminin içerisinde ve Resulullah (s.a.a)’in odasının kenarında yer aldığını ve (bazen) bu odada cünüp olduğunu ve bu odalarda Resulullah (s.a.a) ve Ali (a.s)’a evlatlar ve Bismillahirrahmanirrahim

Hicretin 60. yılı, Recep ayının ortalarında, Muaviye'nin ölmesiyle oğlu Yezid hilafet makamına geçti. Hilafeti eline alır almaz hemen muhtelif bölgelerin vali ve yöneticilerine mektuplar yazarak onlara Muâviye'nin ölümünü bildirdi. Babası döneminde öngörülen veliahtlığını ve kendisi için halktan bu hususta bi'at alındığını hatırlattı ve onları kendi makamlarında baki kılarak halktan, kendisi adına yeniden bi'at almalarını emretti.[1] Aynı mevzuda bir mektup da Medine şehrinin valilik makamına tayin edilmiş olan Velid ibn-i Utbe'ye gönderdi, ve bir not da ilave edip babası döneminde kendisine bi'at etmeyi kabul etmeyen üç meşhur şahsiyetten de bi'at almasını önemle te'kid ederek şöyle yazdı:

"Hüseyn ibn-i Ali, Abdullah ibn-i Ömer ve Abdullah ibn-i Zübeyr'den bi'at almak hususunda onlara sert davran ve bi'at etmedikleri sürece hiç bir ruhsat ve izin verme."

Velid ibn-i Utbe, Yezid'in mektubu ulaşır ulaşmaz, akşamleyin, Muâviye'nin önceki valisi olan Mervan ibn-i Hakem'i yanına çağırtıp Yezid'in mektubu hakkında onunla istişare etti. Mervan ibn-i Hakem: "Muaviye'nin ölüm haberi şehirde yayılmadan önce bu kaç kişiyi kendi yanına çağır ve onlardan Yezid için bi'at al" dedi.

Velid bu öneriyi benimseyip aynı gece onların peşi sıra memur gönderip huzuruna çağırttırdı. Mescid-un Nebi'de birlikte oturup sohbet eden Hz. Hüseyin (a.s) ve Abdullah b. Zübeyr'e bu haber ulaşınca, Abdullah b. Zübeyr, geceleyin valinin yanına çağırılmadan endişeye kapılmasına rağmen İmam Hüseyin (a.s), İbn-i Zübeyr'e: "Öyle sanıyorum ki Benî Ümeyye'nin tağutu Muaviye b. Ebî Süfyan helakete ermiştir, bu davetten maksad da oğlu Yezid için bi'at almaktır." diyerek konuya açıklık getirdi.

Musiyr-ül Ahzan kitabının naklettiğine göre, İmam Hüseyin (a.s) sözlerine şunu da ekledi: "Ben uykuda, Muaviye'nin evinde alevlerin yükseldiğini ve minberinin altüst olduğunu gördüm."

Velid'in meclisine geldiğinde İmam Hüseyin (a.s)'ın tahmin ettiği gibi Muaviye'nin ölüm haberini İmam'a bildirilerek Yezid'e bi'at etmesi istendi.

İmam Hüseyin (a.s) Velid'e cevap olarak: "Benim gibi birisinin gizli olarak bi'at etmesi doğru değildir. Ki sen de böyle bir bi'ata razı olmamalısın. Bütün Medine halkını, biatlerini yenilemek için davet ettiğinde, biz de bu işi yapmaya karar alırsak, diğer müslümanlarla birlikte bi'at ederiz." dedi

Velid Hz. Hüseyin (a.s)'ın bu sözünü kabul edip fazla ısrar etmek istemedi. İmam (a.s) oradan ayrılmak için hazırlandığında mecliste hazır bulunan Mervan b. Hakem gizlice Velid'e: "Eğer gecenin bu saatinde Hüseyin'den bi'at almazsan artık kan dökülmedikçe onu bi'ata zorlayamazsın. Binaenaleyh bi'at etmediği takdirde onun buradan ayrılmasına müsaade etme ve bi'at etmezse Yezid'in emrettiği gibi boynunu vur." diye tenbih etti.

İmam Hüseyin (a.s), Mervan'ın bu tutumunu görünce ona hitap ederek: "Ey Zerka'nın oğlu[2] sen mi beni öldüreceksin yoksa Velid mi? Yalan söyledin ve günah işledin." buyurdu.

Sonra da Velid'in kendisine hitaben şöyle buyurdu: "Ey emir! Bizler nübüvvet hanedanı ve risalet madeni, meleklerin sık-sık uğradığı ve Allah'ın rahmetinin (kendilerine) indiği kimseleriz. Allah-u Teâla İslam'ı bizimle (Hz. Muhammed'le "s.a.a") başlatmış ve bizimle (Hz. Mehdi "a.s") de sona erdirecektir. Ama benden kendisine bi'at almak istediğin şahıs (Yezid) şarap içen, elini suçsuz insanların kanına bulayan, ilahî düsturları ayaklar altına alan, alenen halkın gözü önünde fısk-u fücura baş vuran bir şahıstır. Acaba benim gibi bir kimsenin böyle fasit birine bi'at etmesi doğru olur mu? Fakat bu hususta biz ve siz geleceği nazara almalıyız; o zaman da hilafet ve bi'at makamına hangimizin daha lâyık olduğunu göreceksiniz."

İmam Hüseyin (a.s) Velid'in ümidini suya düşüren bu konuşmasından sonra meclisi terk etti.

"Lühuf" ve diğer kitapların naklettiğine göre Hz. Hüseyin (a.s), Mervan b. Hakem'i gördüğü gecenin sabahı, Mervan kendisine şöyle dedi: "Ey Eba Abdullah! Ben senin hayrını istiyorum, size bir teklifim vardır. Kabul ederseniz hayır ve salahınıza tamam olur." İmam (a.s): "Teklifiniz nedir?" diye sordu. Mervan şöyle dedi: "Dün gece Velid b. Utbe'nin meclisinde söylendiği gibi hemen Yezid'e bi'at et! Çünkü bu iş senin, hem dinin ve hem de dünyan için daha faydalıdır."

İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdu: "İnna lillah ve inna ileyhi raciun. Müslümanlar, Yezid gibi bir hükümdara duçar olduğunda artık İslam'la vedalaşmak gerekir. Evet, ben ceddim Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: "Hilafet Ebu Süfyan hanedanına haramdır. Bir gün Muâviye'yi minberim üzerinde görecek olursanız onun karnını yarın." Ama Medine halkı onu, Peygamber'in (s.a.a) minberi üzerinde gördükleri halde öldürmediler. Şimdi Allah-u Teâla onları (Muaviye'den daha kötü olan) fasık Yezid'e müptela etti."

Hatib-i Harezmî'nin naklettiğine göre Hz. Hüseyin (a.s) Velid'in meclisinden çıktığı aynı gecede Resulullah'ın (s.a.a) haremini ziyaret etti, kabrinin kenarında durup ceddine şöyle dedi: "Selam olsun sana ey Allah'ın elçisi, ben senin yavrun ve kızın Fatıma'nın oğlu Hüseynim. Ben ümmetinin arasında onların hidayeti ve önderliği için halife kıldığın torununum. Ey Allah'ın Peygamberi, şahit ol ki onlar bana yardımda bulunmadılar, beni korumadılar. İşte bunlar, seninle yeniden görüşünceye dek var olan şikayetlerimdir."[3]

İmam (a.s) hareket etmeye karar aldığı günün ertesi gecesi, ikinci kez olarak ceddinin kabrini ziyaret edip Resulullah'a (s.a.a) şöyle dedi: "Allah'ım! Bu senin Peygamberinin kabridir, ben ise Peygamberinin kızı Fatıma'nın oğluyum. Şu anda senin bildiğin bir olayla karşılaşmış bulunuyorum. Allah'ım! Ben iyiliği severim, kötülükten hoşlanmam. Ey celal ve ikram sahibi olan Allah! Bu kabrin ve içerisindeki yatan şahsın hürmetine benim için, senin ve Peygamberinin rızasına uygun olan yolu mukadder eyle."[4]

Harezmi'nin nakline göre Hz. Hüseyn (a.s) o gece sabaha kadar Peygamberin kabrinin kenarında Rabbiyle münacat edip ibadetle meşgul oldu.

Hz. Hüseyin (a.s), Medine'den hareket edeceği malum olunca, İmam (a.s)'ın canını tehlikeye atmamasına büyük bir ilgi gösteren bazı yakınları, huzuruna varıp İmam'a (a.s) Yezid'le uzlaşmayı teklif ettiler.

Bu şahıslardan biri de "Ömer ibn-i Atraf" ismiyle bilinen Hz. Ali (a.s)'ın oğlu Atraf'tır. Lühuf kitabının naklettiğine göre Atraf kardeşi Hz. Hüseyin (a.s)'ın huzuruna çıkıp şöyle dedi: "Kardeş! Kardeşim Hasan'ın babam Hz. Ali'den naklettiğine göre seni katledecekler. Sanıyorum ki Yezid'e karşı muhalefet etmen ölümüne sebep olacaktır ve böylece o haber gerçekleşecektir. Ama Yezid'e bi'at edecek olursan bu tehlike yok olur; siz de öldürülmekten kurtulmuş olursunuz."

İmam Hüseyin (a.s) cevabında şöyle buyurdu:

"Babam Ali (a.s), kendisinin ve benim öldürüleceğimizi... bana haber vermiştir. Senin bildiğin şeyi ben bilmiyor muyum? Vallahi ben hiç bir zaman zillete boyun eğmeyeceğim... Fatımat'üz-Zehra'ya evlatları yönünden eziyet veren kimseler asla cennete girmeyeceklerdir."[5]

Hz. Hüseyin (a.s) mezkur kararından dolayı, endişesini dile getiren kimselerden birisi de Hz. Ali (a.s)'ın evlatlarından olan Muhammed-i Hanefiye idi. Taberi ve diğer kitapların naklettiğine göre, Hz. Hüseyin (a.s)'ın huzuruna varıp şöyle dedi: "Kardeşim! Sen halkın en sevimlisi ve en değerli olanısın. Teşhis ettiğim hayır ve salahı sana söylemekle mükellefim. Sanıyorum ki, siz şimdilik mümkün olduğu kadar belirli bir şehirde ikamet etmezseniz daha iyi olur... Bu şehirden uzak olan bir yerde sükûnet edip oradan halka elçiler gönderin, onların himayesini kazanın. Bi'at ederlerse Allah'a şükredin, Bi'at etmedikleri takdirde ise zarardan uzak kalmış olursunuz..."

İmam Hüseyin (a.s) kardeşi Muhammed-i Hanefiye'ye cevap olarak şöyle buyurdu: "Kardeşim! Yezid'e bi'at etmemek için bir şehirden diğer bir şehre gitmemi bana teklif ediyorsun, ama şunu bil ki eğer bu geniş dünyada sığınılacak hiç bir yer olmasa bile yine de ben Yezid ibn-i Muâviye'ye bi'at etmeyeceğim."[6]

Bu sözler üzerine Muhammed-i Hanefiye'nin gözlerinden yaşlar boşandı... İmam (a.s) sözüne şöyle devam etti. "Kardeşim Allah sana mükafat versin, sen nasihat etme ve doğru yolu gösterme hususunda kendi vazifeni yaptın. Fakat ben kendi vazifemi senden daha iyi biliyorum. Mekke'ye hareket etmeye karar aldım. Ben, kardeşim ve kardeşimin çocukları ile şialarımdan bir grup yolculuk için hazır durumdayız... Ama senin üzerine düşen vazife Medine'de kalman, gıyabımda Benî Ümeyye taraftarlarının git-gellerini ve onların gizli hareketlerini göz önünde bulundurman ve bu konuda gereken haberleri bana ulaştırmandır."

İmam Hüseyin (a.s)’ın Vasiyeti

İmam Hüseyin (a.s), Medine'den Mekke'ye hareket ettiği vakit şu vasiyeti yazıp mühürleyerek kardeşi Muhammed-i Hanefiye'ye verdi:

"Bismillahirrahmanirrahim. Bu Hüseyn ibn-i Ali'nin kardeşi Muhammed-i Hanefiye'ye olan vasiyetidir. Hüseyin şehadet ediyor ki Allah'dan başka bir ilah yoktur. Muhammed (s.a.a) O'nun kulu ve elçisidir, hak dini (İslam'ı) Allah'dan (bütün alemlere) getirmiştir. Cennet ve cehennem haktır. Kıyamet günü vuku bulacaktır; onun vuku bulmasında hiçbir şüphe yoktur. Allah-u Teâla (böyle bir günde) bütün insanları diriltecektir.

Ben azgınlık, makam, fesad ve zulüm için Medine'den ayrılmadım. Ben ceddimin ümmetini ıslah etmek, marufa emir, münkeri nehyetmek, ceddim Resulullah (s.a.a) ve babam Ali'nin (a.s) yolunda gitmek için kıyam ettim. Öyleyse kim bu gerçeği benden kabul ederse (bana itaatte bulunursa) Allah'ın yolunu kabul etmiştir ve kim de bunu reddederse (bana itaatte bulunmazsa), Allah benimle bu kavmin arasında hükmedene kadar sabrederim (kendi yolumu tutup giderim) Allah hükmedenlerin hayırlısıdır. Kardeşim! İşte bu benim sana olan vasiyetimdir. Muvaffakiyet Allah'tandır, O'na tevekkül ediyorum, dönüşüm de yine O'nadır."[7]

Hz. Hüseyin'in (a.s) Mekke'deki Sözleri

İmam Hüseyn (a.s) Mekke'ye girdiği sıralarda Abdullah ibn-i Ömer müstahap Umre amallerini yerine getirmek ve şahsi işlerini yapmak için Mekke'de kalmaktaydı. Hz. Hüseyin (a.s) Mekke'ye girdiği ilk günlerde o da Medine'ye dönmeye karar aldı. İmam (a.s)'ın huzuruna gelip O'na Yezid ile sulh ve bi'at etmeyi teklif etti ve İmam (a.s)'ı Yezide karşı muhalefet etmenin tehlikeli sonuçlarından sakındırdı.

Harezmî'nin nakline göre İmam (a.s)'a şöyle dedi: "Ya Eba Abdullah! Halk Yezid'e Bi'at etti, dirhem ve dinar da onun elindedir, halk ister istemez ona yönelecektir. Bu hanedanın eskiden beri size karşı düşmanlıkları olduğu için, ona muhalefet ettiğin takdirde öldürülmenden ve bir grup müslümanların da bu yolun kurbanı olmasından korkuyorum. Ben Resulullah’tan (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: "Hüseyin öldürülecektir, halk ona yardım etmekten el çekerse, zillet ve hakirliğe düçar olur." Sen de diğer müslümanlar gibi bi'at et ve müslümanların kanının dökülmesinden sakın."[8]

Hz. Hüseyn (a.s) çeşitli insanlarla konuştuğunda, onların her birine akıl, idrak ve basiretleri miktarıca münasip cevaplar veriyordu. Abdullah ibn-i Ömer'in teklifi karşısında da şöyle cevap verdi: "Ey Eba Abdurrahman! Biliyor musun dünya Allah katında o kadar hakirdir ki Yahya ibn-i Zekeriyya[9] gibi büyük bir Peygamberin kesilmiş başı Benî İsrail'in kötü ve zinakarlarından birisine hediye olarak gönderildi? Benî İsrail (Allah'a karşı öyle muhalefet etti ki) şafak vaktinden güneş doğuncaya kadar tam 70 Peygamber katlettiler. Sonra, sanki hiçbir cinayet işlememişler gibi pazar yerlerinde oturup alış-verişleriyle meşgul oldular.

Allah-u Teâla onlara azap göndermede acele etmedi, onlara biraz mühlet verdi, sonra intikam sahibi muktedir Allah, onları sert bir şekilde cezalandırdı."

İmam (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: "Ya Eba Abdurrahman! Allah'dan kork, yardımını bizden esirgeme."[10]

Saduk (r.a)'in naklettiğine göre Abdullah ibn-i Ömer kendi teklifinden netice almadığını görünce İmam (a.s)'a şöyle dedi: "Ya Abdullah, bu ayrılık vaktinde Resulullah'ın (s.a.a) bedeninden defalarca öptüğü yeri müsaade edin ben de öpeyim."

Hz. Hüseyn (a.s)’ın Basra Halkına Mektubu

Taberi'nin naklettiğine göre Hz. Hüseyn (a.s), Mekke'ye girdikten sonra, Basra şehrindeki Malik b. Mesmei, Mes'ud b. Amr ve Münzir b. Carud gibi kabile reislerine birer mektup yazdı. O mektupların tercümesi şöyledir: "Allah'a hamd, Peygamber'e (s.a.a) salat ve selam olsun. Allah-u Teâla Muhammed'i (s.a.a) insanların arasından seçti. Peygamberliğiyle O'na ikramda bulundu... İnsanları hidayet ettikten ve kendisine verileni halka ulaştırdıktan sonra O'nun ruhunu aldı. Biz de O'nun ailesi, evliyası ve varisleri idik ve insanlar arasında O'nun makamına daha lâyık olan kişilerdik. Fakat bir grup, öne atılıp bu hakkı bizden aldılar. Bizim bu hakka onlardan daha lâyık ve daha üstün olduğumuzu bildiğimiz halde, müslümanların arasında fitne, ihtilaf ve ayrılık çıkmaması, düşmanın onlara musallat olmaması için bu duruma karşı koymayıp müslümanların rahatını kendi makamımıza tercih ettik. Kendi elçimizi sizin tarafınıza gönderip sizi, Allah'ın kitabına ve Peygamberin sünnetine davet ediyorum. Zira Peygamberin (s.a.a) sünneti ortadan kaldırılmış (yerine) bid'at ihya edilmiştir. Eğer sözümü kabul eder ve beni dinlerseniz ben de sizi doğru yola hidayet ederim. Vesselam-u aleykum ve rahmetullah-i ve berekatuh."[11]

Hz. Hüseyn (a.s) bu mektubunda Basra halkının, İslam'a muhalif olan düzene karşı mücadelesi hususunda kendisine yardım etmeye davet etmenin yanı sıra Ehl-i Beyt'in makamını, İslam dininin tahrife uğradığını ve kendi kıyamının asıl hedefini ayrıntılı bir şekilde açıklamıştır.

Hz. Hüseyn (a.s)’ın Kufe Halkının Mektuplarına Verdiği Cevap

Kufe halkı, Hz. Hüseyn (a.s)'ın bi'at etmekten kaçınıp Yezid hükümetine karşı mücadele vermeye kalkıştığını ve Mekke şehrine ulaştığını haber alınca İmam Hüseyin'e (a.s) çok sayıda mektup gönderdiler. Gönderilen mektupların özeti şundan ibarettir: "Şimdi artık Muaviye ölmüş ve müslümanlar onun şerrinden kurtulmuştur; bizi şaşkınlıktan kurtaracak bir İmam'a muhtacız. Şimdi biz Kufe halkı olarak bu şehirde Yezid'in valisi Numan b. Beşire karşı çıkıp onunla her türlü ilişkiyi kesmiş bulunmaktayız; hatta onun cemaat namazlarına bile katılmıyoruz. Sadece sizin gelmenizi bekliyoruz, elimizden gelen her yardımı sizin hedefiniz uğrunda esirgemeyeceğiz, sizin yolunuzda kendi canımız ve malımızdan da geçmeye hazırız."

Bazı tarihçilerin naklettiğine göre Kufe halkından ulaşan mektupların sayısı on iki bine aşkındı. Hz. Hüseyin bu mektuplara cevap olarak şöyle yazdı:

"Bismillahirrahmanirrahim. Hüseyn ibn-i Ali'den Kufe şehrinin ileri gelen mümin ve müslümanlarına. Allah'a hamd, Peygamber'e (s.a.a) selam ve salattan sonra, siz Kufe ehlinin en son mektubu (Hani ve Saîd vesilesiyle) bana ulaştı. Metuplarınızda hatırlatıp ve izhar ettiğiniz şeyleri anladım; çoğunuzun sözü şundan ibaretti: "İmam ve önderimiz yoktur, bize, şehrimiz Kufe'ye gel ki Allah-u Teâla senin vesilenle bizi hakka ve doğru yola hidayet etsin." Şimdi ben kardeşim, amcam oğlu ve ailem arasında herkesten fazla itimat ettiğim bir kimseyi (Müslim ibn-i Akil'i) size gönderiyorum. Ona halinizi, düşüncelerinizi, görüşlerinizi yakından öğrenip neticeyi bana bildirmesini emrettim. Eğer Kufe halkının ekseriyetinin isteği ve aranızdaki akıl ve fazilet sahibi kimselerin görüşü de, elçilerinizin huzuren anlattıkları ve mektuplarınızda okuduğum ve zikrettiğiniz gibi olursa ben de inşaAllah pek yakın bir zamanda size doğru hareket edeceğim."

İmam Hüseyin (a.s) mektubunu şu cümleyle sona erdirdi:

"Allah'a yemin ederim ki gerçek imam, Allah'ın kitabıyla amel eden, adalete sarılan, hakka boyun eğen ve kendisini sadece Allah'a adayan bir kimsedir. Vesselam."[12]

Hz. Hüseyin (a.s)'ın Mekke'deki Hutbesi

Hac mevsiminin yaklaşmasıyla müslümanlar ve hacılar grup grup Mekke'ye geliyorlardı. Yezid ibn-i Muaviye'nin emri üzere, Amr ibn-i As da zahirde hac emiri unvanı altında fakat gerçekte tehlikeli bir cinayeti işlemek maksadıyla Mekke'ye geldi. İmam Hüseyin (a.s), Amr ibn-i Said ibn-i As'ın kendisini öldürmekle görevlendirildiğinden haberdar oldu. İmam (a.s) Mekke'nin ihtiramının korunması için hac merasimine katılmadan hac amellerini Umre'ye çevirip Zilhicce ayının sekizinde salı günü Mekke'den Irak'a doğru hareket etti. Fakat hareket etmeden önce Beni Haşim ailesi, ve Mekke'de ikamet ettiği müddet içerisinde, İmam (a.s)'ın dostlarına katılan Şii’lerin arasında şu hutbeyi okudu:

"Bütün hamdlar Allah'a mahsustur, Allah neyi dilerse o olur. Kuvvet ve kudret ancak Allah'dandır. Allah'ın salat ve selamı O'nun Resulüne olsun."

Hz. Hüseyin (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: "Gerdanlık kızların boynuna yakıştığı gibi ölüm de insanoğluna yakışır. Yakup, Yusuf'u görmeyi arzu ettiği gibi ben de atalarımı görmeyi arzu ediyorum. Bana, varacağım bir katligah tayin edilmiştir. Öyle ki, o ıssız çöllerin yırtıcı kurt ve hayvanlarının (Kûfe ordusunun) Nevavis ve Kerbela arasındaki bir yerde benim uzuvlarımı parçaladıklarını, aç karın ve boş dağarcıklarını da bedenimle doldurduklarını görüyorum. Allah'ın kaza kalemiyle yazılmış olan böyle bir günden kurtuluş yoktur. Allah'ın razı olduğu şeye biz Ehl-i Beyt de razıyız. O'nun bela ve imtihanı karşısında sabır ve istikamet gösteriyoruz. O da sabredenlerin sevabını bize (tamamıyla) verecektir. Resulullah'ın (s.a.a) bedeninin parçası olan evlatlar O'ndan hiçbir zaman ayrı düşmeyeceklerdir. Cennette de O'nun yanında olacaklardır. Çünkü onlar Peygamberin (s.a.a) hoşnutluğu ve gözünün aydınlığına vesile olup vadesi de (ilahi hükümetin istikrarı da) onların vasıtasıyla tahakkuk bulacaktır."

İmam Hüseyin (a.s) sözlerini şu cümleyle sona erdirdi: "Herkes bilsin ki, bizim uğrumuzda canından geçen ve Allah'a ulaşmak yolunda kendisini feda etmeye hazır olan kimse, bizimle birlikte hareket etmelidir. Çünkü ben yarın sabah erkenden hareket edeceğim inşaAllah."[13]

Abdullah İbn-İ Abbas'ın İmam Hüseyin'e Teklifi.

Hz. Hüseyin (a.s) hareket edeceğini ilan ettikten sonra huzuruna varan ve bu seferden vazgeçmesini teklif edenlerden biri de Abdullah ibn-i Abbas idi Abdullah sözlerine şu cümleyle başladı: "Ey amca oğlu! Senin ayrılığına dayanmak istiyorum, fakat gerçekten dayanamıyorum. Çünkü senin, çıktığın bu yolculukta öldürülmenden, çocuklarının da düşmanın eline esir düşmelerinden endişe ediyorum. Irak halkı, sözlerinde durmayan insanlar oldukları için onlara itimat edilmemelidir."

İbn-i Abbas sözlerine şöyle devam etti: "... Eğer Irak halkı izhar ettikleri gibi gerçekten seni istiyor ve Yezidin hükümetine de karşı iseler, ilk önce düşmanları olan Yezid'in valisini kendi şehirlerinden dışarı çıkarmaları kovmaları gerekir... Eğer Mekke'den çıkma hususunda ısrar ediyorsan o halde Yemen'e doğru hareket etmen daha hayırlıdır...

Hz. Hüseyin (a.s)’ın Abdullah İbn-İ Abbas'a Cevabı

Hz. Hüseyin (a.s) İbn-i Abbas'ın cevabında şöyle buyurdu. "Ey amca oğlu! Allah'a andolsun ki ben senin hayır isteyen ve şefkatli bir şahıs olduğunu biliyorum. Fakat ben Irak'a doğru hareket etmeye karar aldım."

İbn-i Abbas, Hz. Hüseyin (a.s)'ın bu sözünü duyunca artık meseleyi fazla mevzu bahis etmeden şöyle dedi: "Anlaşılan sefere çıkmayı kararlaştırmışsın ama hiç değilse çoluk-çocuğu beraberinde götürme. Çünkü seni, onların gözleri önünde öldüreceklerinden korkuyorum."

İmam Hüseyin (a.s) İbn-i Abbas'ın bu teklifine karşılık şöyle buyurdu: "Allah'a andolsun ki onlar, kanımı dökmedikçe benden vazgeçmeyeceklerdir. Bunu yaptıkları takdirde de Allah-u Teâla onlara, kendilerini zelil ve hakir kılacak birini gönderir. Öyle ki onlar, hanımların hayızlık anında kullandığı bezden de aşağı ve hor bir hale düşeceklerdir."[14]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Bu mevzu "el-Gadir" kitabının 10. cildinde geniş bir şekilde nakledilmiştir

[2] - "Zerka" kendi zamanının adı kötüye çıkan kadınlarından olan Mervan'ın büyük annesidir

[3] - Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 186. Maktel-i Avalim, s. 54

[4] - Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 186

[5] - Lühuf, s. 23

[6] - Maktel-i Avalim, s. 54. Harezmî, c. 1, s. 188

[7] - Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 188, Maktel-i Avalim, s. 54

[8] - Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 190

[9] - Kur'ân-ı Kerim'de diğer Peygamberler gibi zühd ve takvasından söz edilen Hz. Yahya, Milad'ın 28. yılında, zamanının padişahının iffetsiz kızı "Salume"nin vesvesesiyle feci bir şekilde katledildi

[10] - Lühuf, s. 26, Musir-ül Ahzan, s. 20

[11] - Taberi, c. 7, s. 240

[12] - Taberi, c. 7, s. 235. Kamil-i İbn-i Esir, c. 3, s. 267. İrşad, s. 20. Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 195 ve 196

[13] - Lühuf, s. 53. Musir'ül-Ahzan, s. 21

[14] - Ensab'ül-Eşraf, c. 3, s. 162. Taberi, c. 7, s. 275. Kamil-i İbn-i Esir, c. 4, s. 39

rildiğini bilmiyor musunuz?”
[4][5] diye buyurduğunu bilmiyor musunuz?” [6] Ve: “Sen benden sonra her Müminin velisi (önderi)sin”[7] diye buyurduğunu bilmiyor musunuz?” [8][9][10][11].[12][13].[14][15][16][17].[18][19]. [20][21] [22][1] - Bu meclise iki yüz sahabe, tabiin ve sahabenin evlatlarından ise sekiz yüzü aşkın kişi katılmıştır.[2] - Sünen-i Tirmizi, c. 5.[3] - Sünen-i Tirmizî, c. 5, el-Menakıb, H. 3815. Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 331, c. 2, s. 26.[4] - Sünen-i Tirmizî, c. 5. el-Menakıb, H. 3811. Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c . 1, s. 331.[5] - Müstedrek-i Sahihayn, c. 3, s. 109 ve 134.[6] - Sahih-i Müslim, c. 4, H. 2404. Sünen-i Tirmizî, c. 5. El-Menakıb, H. 3808, 3813. Sünen-i İbn-i Mace “Mukaddime” H. 115. Müstedrek-i Sahihayn, c. 3, s. 109, 133.[7] - Sünen-i Tirmizî, c. 5, el-Menakıb, H. 3796. Müsned-i Ahmed, c. 1, s. 331.[8] - Sünen-i Tirmizî, c. 5, el-Menakıb, H. 3808. Müstedrek-i Sahihayn, c. 3 s. 150.[9]- Sahih-i Müslim, c. 4, H. 2404. Sünen-i Tirmizî, H. 3808, 2405, 2406, Sünen-i İbn-i Mace “Mukaddime” H. 117.[10] - Sünen-i Tirmizî, c. 5, el-Menakıb, H. 3803.[11] - Sünen-i Tirmizî, c. 5; el-Menakıb, H. 3796.[12] - Sünen-i Tirmizî, c. 5; el-Menakıb, H. 3806.[13] - Nezm-u Durer-is Simtayn, s. 128. Şerh-i Nehc’ul-Belaga-i İbn-i Ebî'l-Hadid, c. 9, s. 174.[14] - Müstedrek-i Sahihayn, c. 3, s. 124.[15] - Müstedrek-i Sahihayn, c. 3, s. 151.[16] - Sünen-i İbn-i Mace, “Mukaddime” H. 118. Müstedrek-i Sahihayn, c. 3, s. 167.[17] - Sahih-i Müslim, c. 4, H. 2408. Müstedrek-i Sahihayn, c. 3, s. 14. c. 4. s. 367.[18] - Sahih-i Müslim, H. 131. Mukaddimeyi Sünen-i İbn-i Mace, H. 114.[19] - Maide / 63.[20] - Maide / 78-79.[21] - Maide / 44.[22] - Tövbe / 71.

 

İmam Hüseyin (a.s), Benihaşim, Muhacir ve Ensar’dan seçkin şahsiyetlerin katılımıyla düzenlenmiş olan çok önemli bir mecliste

“Allah aşkına söyleyin; acaba Ali b. Ebi Talib (a.s)’ın Resulullah (s.a.a)’in kardeşi olduğunu, ashap ve yaranı arasında uhuvvet (kardeşlik) akdi yaptığında Ali (a.s)’yi kendisine kardeş seçip “Sen dünya ve ahirette benim kardeşimsin, ben de senin kardeşinim” diye buyurduğunu bilmiyor musunuz?”

(Mecliste hazır bulunanlar:

İmam (a.s): “Allah aşkına söyleyin; acaba Resulullah (s.a.a)’in cami ve evinin yerini aldığını, sonra caminin kenarında on oda bina ettiğini, bunlardan dokuz tanesini kendisine ve o odaların vasatında yer alan onuncusunu da babam Ali (a.s)’a mahsus kıldığını, daha sonra babam Ali’nin odasının kapısı hariç bütün odaların camiye açılan kapılarını kapattığını

(Mecliste bulunanlar:) “Evet, Allah şahittir ki öyledir” dediler.

İmam (a.s): “Acaba Ömer b. Hattab’ın, camiye bakmak için evinin duvarından göz miktarınca bir delik açmak istediğini, fakat Resulullah (s.a.a)’in buna müsaade etmediğini ve sonra hitabesinde: “Allah-u Teâla beni tertemiz bir cami yapmakla görevlendirdi, işte bunun için ben ve kardeşim (Ali) ve evlatlarından başka hiçbir kimsenin camide ikamet etmeye hakkı yoktur” diye buyurduğunu bilmiyor musunuz?”

(Mecliste bulunanlar:) “Evet, Allah şahittir ki öyledir” dediler.

İmam (a.s): “Allah aşkına söyleyin Resulullah (s.a.a)’in, Ali’yi “Gadir-i Hum”da velayet makamına atadığını ve “Hazır bulunanlar gayıp olanlara bunu ulaştırsın”

(Mecliste bulunanlar:) “Evet biliyoruz, Allah buna şahittir” dediler.

İmam (a.s): “Allah aşkına söyleyin bakalım; Resulullah (s.a.a)’in, Tebuk gazvesinde Ali (a.s)’a: “Sen baba nispet, Harun’un Musa’ya olan nispeti gibisin”

(Meclistekiler bulunanlar:) “Evet, Allah şahittir ki biliyoruz” dediler.

İmam (a.s): “Allah aşkına söyleyin; Resulullah (s.a.a)’ın, Necran ehlinden olan Hıristiyanları mübaheleye (lanetleşmeye) davet ettiği vakit, Hz. Ali, eşi ve iki evladından başka kimseyi getirmediğini biliyor musunuz?”

(Meclistekiler:) “Evet, biliyoruz, doğrudur” dediler.

İmam (a.s): “Allah aşkına söyleyin bakalım, Resulullah’ın “Hayber” savaşında, İslam sancağını Ali’nin eline verdiğini ve “Şimdi bu sancağı, Allah ve Resulünü seven, Allah ve Resulü de kendisini seven, düşmana dönüp dönüp saldıran, aslâ firar etmeyen ve Allah’ın, Hayber kalesini kendisinin eliyle fethedeceği bir kimsenin eline veriyorum” şeklindeki sözünü biliyor musunuz?”

(Mecliste bulunanlar:) “Evet, biliyoruz, Allah buna şahittir” dediler.

İmam (a.s): “Acaba Resulullah (s.a.a)’ın Berâat suresini Ali (a.s) vasıtasıyla Mekke’ye ulaştırdığını ve “Benim mesajımı ben ve benden olan kimseden başkası ulaştıramaz.” diye buyurduğunu biliyor musunuz?”

(Meclistekiler:) “Evet, biliyoruz; Allah buna şahittir” dediler.

İmam (a.s): “Acaba Resulullah (s.a.a)’in, karşılaştığı bütün zor durumlarda ve her hayati meselede Ali (a.s)’a olan sonsuz güveninden dolayı zorlukları halletmek için onu ileri sürdüğünü ve kendisini hiçbir zaman adıyla çağırmadığını ve daima kardeşim diye çağırdığını biliyor musunuz?”

(Meclistekiler:) “Evet, biliyoruz; Allah buna şahittir.” söylediler

İmam (a.s): “Acaba Resulullah (s.a.a)’in Hz. Ali, Cafer ve Zeyd arasında hakemlik yaptığında: “Ya Ali sen bendensin, ben de sendenim ve sen benden sonra her müminin velisi (önderisin)” diye buyurduğunu biliyor musunuz?”

(Meclistekiler:) “Evet, biliyoruz; Allah buna şahittir” dediler.

İmam (a.s): “Acaba Ali (a.s)’ın Resulullah (s.a.a) ile her gün ve her gece özel bir görüşmesi olduğunu ve bu görüşmelerde Ali (a.s) soru sorduğunda Resulullah (s.a.a)’in ona cevap verdiğini, sustuğunda da Resulullah (s.a.a)’in kendisinin konuşmaya başladığını biliyor musunuz?”

(Meclistekiler:) “Evet, biliyoruz; Allah da buna şahittir” dediler

İmam (a.s): “Acaba Resulullah (s.a.a)’ın kızı Fatıma (a.s)a: “Ben seni Ehl-i Beytimin en hayırlısı, İslam açısından onların en ilki, hilim açısından onların en halimi ve ilim açısından onların en alimi olan bir kimseyle evlendirdim” diye buyurarak Ali (a.s)’ı, Cafer-i Tayyar ve Hamza-i Seyyid-uş Şüheda’dan da üstün tuttuğunu bilmiyor musunuz?”

(Meclistekiler:) “Evet, biliyoruz; Allah buna şahittir” dediler.

İmam (a.s): “Acaba Resulullah (s.a.a)’in: “Ben Ademoğullarının efendisiyim, kardeşim Ali Arapların efendisidir. Fatıma cennet ehlinin hanımlarının en üstünüdür, iki evladım Hasan ve Hüseyin de cennet gençlerinin efendileridir.” şeklindeki sözünü biliyor musunuz?”

(Meclistekiler:) “Evet, biliyoruz; Allah buna şahittir” dediler.

İmam (a.s): “Acaba Resulullah (s.a.a)’in Ali (a.s)’ı kendisine gusül vermekle görevlendirdiğini ve Cebrail’in bu işte ona yardımcı olacağını haber verdiğini bilmiyor musunuz?”

(Meclistekiler:) “Evet, biliyoruz, Allah buna şahittir” dediler.

İmam (a.s): “Acaba Resulullah (s.a.a)’in son hutbesinde Müslümanlara hitaben: “Ben sizin aranızda iki değerli şey bırakıyorum; (biri) Allah’ın kitabı, (diğeri ise) Ehl-i Beytimdir; onlara sarılırsanız kesinlikle sapmazsınız” şeklinde buyurduğunu biliyor musunuz?”

(Meclistekiler:) “Evet, biliyoruz; Allah buna şahittir” dediler

Süleym b. Kays şöyle diyor:

“İmam Hüseyin (a.s) ayrıca Hz. Ali (a.s) ve Ehl-i Beyti hakkında Kur’ân’da nazil olan ve Resulullah (s.a.a)’in dilinden duyulan birçok faziletleri saydı. Resulullah (s.a.a)’in sahabesinden mecliste bulunanlar: “Evet, Allah’a andolsun ki biz bunları duymuşuz”, tabiînden olanlar da: “Biz de bu faziletleri falan güvenilir sahabeden duyduk” diyorlardı.

İmam (a.s), Emir’ul-Müminin Ali (a.s)’ın faziletleri hakkındaki irad ettiği sözlerin devamında şöyle buyurdu:

“Allah aşkına söyleyin; Resulullah (s.a.a)’in: “Ali’ye buğz ettiği halde beni sevdiğini iddia eden yalan söylüyor. Çünkü Ali’ye buğzedip de beni sevmek olmaz.” diye buyurduğunu, bunun üzerine de bir adam kalkıp: “Ya Resulullah! Bunu biraz açıklar mısınız? dediğinde Resulullah (s.a.a)’in; “Çünkü Ali bendendir, ben de Ali’denim; onu seven beni sevmiştir; beni seven de Allah’ı sevmiştir; Ali’ye buğz eden bana buğz etmiştir; bana buğz eden de Allah’a buğz etmiştir” diye buyurduğunu duymuş musunuz?”

(Meclistekiler:) “Evet, duymuşuz; Allah buna şahittir” dediler.

İmam Hüseyin (a.s) daha sonra sözünün devamında şöyle buyurdular:

“Ey insanlar! Allah’ın, kendi velilerini öğütlemek için Yahudi alimleri hakkındaki kınamalarından ibret alın. Allah-u Teâla (Yahudi alimlerini kınayarak) şöyle buyuruyor:

“Niçin onların din alimleri, onları (Yahudileri) suç olan sözleri söylemekten (ve haram yemekten) men etmediler”

Yine Allah-u Teâla buyuruyor ki:

“İsrail oğullarından kâfir olanlara Davud’un diliyle de lanet edilmişti, Meryem oğlu İsa’nın diliyle de lanet edilmişti. Bu da isyan ettiklerinden, aşırı gittiklerinden ve işledikleri kötülükten, birbirlerini alıkoymadıklarındandır. Gerçekten de yaptıkları iş, ne de kötü-dür.”

“Allah’ın onları kınamasının sebebi, onların aralarında bulunan zalimlerin yaptıkları kötü işleri ve fesatları görüp onlardan yetişen dünya mal ve makamına olan meyilleri ve maruz kalmaktan sakındıkları baskı ve zulmün korkusu yüzünden onları men etmemelerinden dolayıdır. Halbuki Allah-u Teâla: “İnsanlardan korkmayın, benden korkun” buyurmaktadır.

Yine buyurmaktadır ki: “Erkek ve kadın Müminler, birbirlerinin (gözetleyen ve koruyan) dostlarıdır, iyiliği emrederler ve kötülükten de alıkoymaya çalışırlar.”

“Görüldüğü gibi Allah-u Teâla (müminlerin sıfatını saydığında) marufa emir ve münkerden nehiy etmekle başlayıp ilk olarak onu farz kılıyor. Çünkü biliyor ki, eğer bu fariza yerine getirilir ve uygulanırsa (artık) bütün farizalar ister kolay olsun, ister zor yerine getirilir, uygulanır. Çünkü marufu emir ve münkerden nehiy etmek, zulme uğrayanların haklarının alınmasını, zalimlere muhalefet, beyt’ul-malın ve ganimetlerin (adaletle) bölünmesini, zekatın gereken yerlerden alınmasını, gerektiği şekilde sarf edilmesini sağlamasının yanı sıra İslam’a yapılan bir davettir de...”

İmam Hüseyin (a.s) daha sonra sözlerine şunları da eklediler:

“Sonra siz ey ilimle meşhur olup hayırla anılan, nasihatle tanınıp Allah’ın lütfüyle halkın gönüllerinde heybetli görünen topluluk! (Bilin ki) şerefli insanlar sizden çekinir, zayıflar size ihtiram gösterir, kendi derecenizde olan ve ihsan etmediğiniz kimseler (bile) sizi kendilerine tercih eder, (insanların) ihtiyaçları karşılanmadığı zaman sizin arabuluculuğunuzla karşılanır, yolda giderken padişahların heybeti ve büyüklerin izzetiyle yürüyorsunuz.

Acaba bunların hepsi, sizden beklenilen İlahi vazifenizi yapmanız (ve kıyam etmeniz) için değil midir? Oysa ki siz vazifelerinizin çoğunu ihmal ediyorsunuz, ümmetin hakkını küçümsüyorsunuz, zayıfların hakkını çiğniyorsunuz. Fakat zannettiğiniz kendi hakkınıza gelince, onu talep ediyorsunuz. Siz Allah yolunda ne bir mal harcadınız, ne O’nun yarattığı canı onun yolunda bir tehlikeye attınız, ne de O’nun rızası için bir aşiretle düşmanlık yaptınız.

(Bununla birlikte) Allah’ın cennetine girmeyi peygamberleriyle komşu olmayı ve azabından kurtulmayı arzuluyorsunuz. Ey Allah’tan böyle beklentileri olanlar! Ben O’nun azabından birisinin size inmesinden korkuyorum. Zira siz, Allah’ın kerameti sayesinde onunla üstün kılındığınız bir makama eriştiniz. Ama Allah’a (ibadet etmekle) tanınan kimselere ihtiram etmiyorsunuz. Oysa siz O’nun ismiyle insanlar arasında ihtiram görüyorsunuz.

Kendi gözlerinizle Allah’ın ahitlerinin çiğnendiğini görmeniz sizleri tedirgin etmiyor. Oysa ki babalarınızın bazı ahitlerinin (söz ve vasiyetleri) çiğnenmesinden tedirgin oluyorsunuz. Peygamber’in ahitleri tahkir edilmekte) kör, sakat ve dilsiz kimseler şehirlerde sığınaksız ve idarecisiz kalmış acıyanları bile yoktur; sizler de ne makamınızdan yararlanıp onların hakkında bir iş yapıyorsunuz, ne de (onlar için) bir iş yapan kimselere yardımcı oluyorsunuz! Zalimlere dalkavukluk ve yaltaklık yaparak onlardan korunmaya çalışıyorsunuz. Bütün bunlar yüce Allah’ın size buyurduğu yasaklardır; oysa sizler gaflet içerisindesiniz.”

Eğer şuurunuz olsaydı, insanlar arasında en büyük mûsibete uğrayan ve gerçek alimlik makamından uzak düşen kimseler olduğunuzu anlardınız. Çünkü işleri yürütmek ve hükümleri uygulamak, Allah’ın helalı ve haramı konusunda emin olan, güvenilen ulemanın elinde olmalıdır. Oysa bu mevki sizin elinizden alınmıştır. Bu mevki, sadece açık deliller geldikten sonra hakkın etrafından dağıldığınız ve sünnette ihtilaf ettiğiniz için elinizden çıkmıştır.

Eğer eziyetlere sabredip, Allah için zorluklara katlanacak olsaydınız, İlahî emirler (toplumun yönetimi) sizin elinize geçer, emirler sizden sadır olur ve size dönerdi. Siz mevkiinizi bırakarak Allah’ın işlerini onlara teslim ettiniz, onlar da şüphe üzerine hareket edip nefsani arzulara dalıyorlar.

Zalimleri bunlara musallat kılan şey, siz âlimlerin ölümden kaçmanız ve sizden ayrılacak hayata gönül bağlamanızdır. Sizler güçsüz halkı onlara teslim ettiniz. Onlardan bazıları ezik köleler durumuna düşmüş, bazıları da geçimini sağlayamayan yenik mustaz’aflar haline gelmiştir. Onlar (zalimler), eşrara (kötü insanlara) uyarak ve Allah’a cesaret göstererek memlekette istedikleri şekilde dolaşıyor, heva ve heveslerine tabi olarak da rezillik ediyorlar.

Her şehirde belagatlı hatipleri vardır. Memleketin her tarafı onlara boyun eğmiş durumdadır. Her tarafta sultalarını sağlamışlar. Halk da köleler gibi onlara karşı kendilerini savunacak bir güce sahip değiller. Halka egemen olanlar, ya gaddar, isyankâr ve mustaz’aflara karşı baskı yapan zalimlerdir ya da Allah’a ve kıyamete inancı olmayan emir sahipleridir.

Hayret! Nasıl hayret etmeyebilirim! Oysa ki İslam toprakları sahtekâr zalim, zekat toplayan hâin ve müminlere karşı şefkatsiz ve insafsız olan hükümdarların tasarrufundadır. Münakaşa ettiğimiz hususlarda bizimle sizin aranızda hüküm verecek olan yalnız Allah’tır. İhtilafımızda bizleri yargılayan da O’dur.”

Hüseyin b. Ali (a.s) sözünün sonunda da şöyle buyurdu: “Allah’ım; sen biliyorsun ki, bizim tarafımızdan gerçekleşen (kıyam), saltanat için yarış ve değersiz dünya mallarından bir şeye ulaşmak için değildir; senin dininin nişanelerini (öğretilerini) göstermek, beldelerinde ıslahı ortaya çıkarmak, mazlum kullarına emniyet ve güvence kazandırmak ve senin farz, sünnet ve hükümlerine amel edilmesi içindir. Eğer sizler bize yardım etmez ve bize hak vermezseniz zalimler sizlere musallat olur ve Peygamber’in nurunu söndürmeye çalışırlar. Allah bize yeterlidir; O’na tevekkül etmişiz, O’na yönelmişiz ve dönüşümüz de O’nadır.”

İşte Hüseyin b. Ali (a.s)’ın “Minâ”da buyurduğu ve Müslümanların, İslam’ın bünyesine indirilen darbelerden ve gelecekte İslam’ın esasını tehdit edecek tehlikeli hadiselerden haberdar olması için diğerlerine de ulaştırılmasını orada hazır bulunanlardan ısrarla istediği değerli hutbesi bundan ibaretti.

 



 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

  zarardan uzak kalmış olursunuz..."

İmam Hüseyin (a.s) kardeşi Muhammed-i Hanefiye'ye cevap olarak şöyle buyurdu: "Kardeşim! Yezid'e bi'at etmemek için bir şehirden diğer bir şehre gitmemi bana teklif ediyorsun, ama şunu bil ki eğer bu geniş dünyada sığınılacak hiç bir yer olmasa bile yine de ben Yezid ibn-i Muâviye'ye bi'at etmeyeceğim."[6]

Bu sözler üzerine Muhammed-i Hanefiye'nin gözlerinden yaşlar boşandı... İmam (a.s) sözüne şöyle devam etti. "Kardeşim Allah sana mükafat versin, sen nasihat etme ve doğru yolu gösterme hususunda kendi vazifeni yaptın. Fakat ben kendi vazifemi senden daha iyi biliyorum. Mekke'ye hareket etmeye karar aldım. Ben, kardeşim ve kardeşimin çocukları ile şialarımdan bir grup yolculuk için hazır durumdayız... Ama senin üzerine düşen vazife Medine'de kalman, gıyabımda Benî Ümeyye taraftarlarının git-gellerini ve onların gizli hareketlerini göz önünde bulundurman ve bu konuda gereken haberleri bana ulaştırmandır."

İmam Hüseyin (a.s)’ın Vasiyeti

İmam Hüseyin (a.s), Medine'den Mekke'ye hareket ettiği vakit şu vasiyeti yazıp mühürleyerek kardeşi Muhammed-i Hanefiye'ye verdi:

"Bismillahirrahmanirrahim. Bu Hüseyn ibn-i Ali'nin kardeşi Muhammed-i Hanefiye'ye olan vasiyetidir. Hüseyin şehadet ediyor ki Allah'dan başka bir ilah yoktur. Muhammed (s.a.a) O'nun kulu ve elçisidir, hak dini (İslam'ı) Allah'dan (bütün alemlere) getirmiştir. Cennet ve cehennem haktır. Kıyamet günü vuku bulacaktır; onun vuku bulmasında hiçbir şüphe yoktur. Allah-u Teâla (böyle bir günde) bütün insanları diriltecektir.

Ben azgınlık, makam, fesad ve zulüm için Medine'den ayrılmadım. Ben ceddimin ümmetini ıslah etmek, marufa emir, münkeri nehyetmek, ceddim Resulullah (s.a.a) ve babam Ali'nin (a.s) yolunda gitmek için kıyam ettim. Öyleyse kim bu gerçeği benden kabul ederse (bana itaatte bulunursa) Allah'ın yolunu kabul etmiştir ve kim de bunu reddederse (bana itaatte bulunmazsa), Allah benimle bu kavmin arasında hükmedene kadar sabrederim (kendi yolumu tutup giderim) Allah hükmedenlerin hayırlısıdır. Kardeşim! İşte bu benim sana olan vasiyetimdir. Muvaffakiyet Allah'tandır, O'na tevekkül ediyorum, dönüşüm de yine O'nadır."[7]

Hz. Hüseyin'in (a.s) Mekke'deki Sözleri

İmam Hüseyn (a.s) Mekke'ye girdiği sıralarda Abdullah ibn-i Ömer müstahap Umre amallerini yerine getirmek ve şahsi işlerini yapmak için Mekke'de kalmaktaydı. Hz. Hüseyin (a.s) Mekke'ye girdiği ilk günlerde o da Medine'ye dönmeye karar aldı. İmam (a.s)'ın huzuruna gelip O'na Yezid ile sulh ve bi'at etmeyi teklif etti ve İmam (a.s)'ı Yezide karşı muhalefet etmenin tehlikeli sonuçlarından sakındırdı.

Harezmî'nin nakline göre İmam (a.s)'a şöyle dedi: "Ya Eba Abdullah! Halk Yezid'e Bi'at etti, dirhem ve dinar da onun elindedir, halk ister istemez ona yönelecektir. Bu hanedanın eskiden beri size karşı düşmanlıkları olduğu için, ona muhalefet ettiğin takdirde öldürülmenden ve bir grup müslümanların da bu yolun kurbanı olmasından korkuyorum. Ben Resulullah’tan (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: "Hüseyin öldürülecektir, halk ona yardım etmekten el çekerse, zillet ve hakirliğe düçar olur." Sen de diğer müslümanlar gibi bi'at et ve müslümanların kanının dökülmesinden sakın."[8]

Hz. Hüseyn (a.s) çeşitli insanlarla konuştuğunda, onların her birine akıl, idrak ve basiretleri miktarıca münasip cevaplar veriyordu. Abdullah ibn-i Ömer'in teklifi karşısında da şöyle cevap verdi: "Ey Eba Abdurrahman! Biliyor musun dünya Allah katında o kadar hakirdir ki Yahya ibn-i Zekeriyya[9] gibi büyük bir Peygamberin kesilmiş başı Benî İsrail'in kötü ve zinakarlarından birisine hediye olarak gönderildi? Benî İsrail (Allah'a karşı öyle muhalefet etti ki) şafak vaktinden güneş doğuncaya kadar tam 70 Peygamber katlettiler. Sonra, sanki hiçbir cinayet işlememişler gibi pazar yerlerinde oturup alış-verişleriyle meşgul oldular.

Allah-u Teâla onlara azap göndermede acele etmedi, onlara biraz mühlet verdi, sonra intikam sahibi muktedir Allah, onları sert bir şekilde cezalandırdı."

İmam (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: "Ya Eba Abdurrahman! Allah'dan kork, yardımını bizden esirgeme."[10]

Saduk (r.a)'in naklettiğine göre Abdullah ibn-i Ömer kendi teklifinden netice almadığını görünce İmam (a.s)'a şöyle dedi: "Ya Abdullah, bu ayrılık vaktinde Resulullah'ın (s.a.a) bedeninden defalarca öptüğü yeri müsaade edin ben de öpeyim."

Hz. Hüseyn (a.s)’ın Basra Halkına Mektubu

Taberi'nin naklettiğine göre Hz. Hüseyn (a.s), Mekke'ye girdikten sonra, Basra şehrindeki Malik b. Mesmei, Mes'ud b. Amr ve Münzir b. Carud gibi kabile reislerine birer mektup yazdı. O mektupların tercümesi şöyledir: "Allah'a hamd, Peygamber'e (s.a.a) salat ve selam olsun. Allah-u Teâla Muhammed'i (s.a.a) insanların arasından seçti. Peygamberliğiyle O'na ikramda bulundu... İnsanları hidayet ettikten ve kendisine verileni halka ulaştırdıktan sonra O'nun ruhunu aldı. Biz de O'nun ailesi, evliyası ve varisleri idik ve insanlar arasında O'nun makamına daha lâyık olan kişilerdik. Fakat bir grup, öne atılıp bu hakkı bizden aldılar. Bizim bu hakka onlardan daha lâyık ve daha üstün olduğumuzu bildiğimiz halde, müslümanların arasında fitne, ihtilaf ve ayrılık çıkmaması, düşmanın onlara musallat olmaması için bu duruma karşı koymayıp müslümanların rahatını kendi makamımıza tercih ettik. Kendi elçimizi sizin tarafınıza gönderip sizi, Allah'ın kitabına ve Peygamberin sünnetine davet ediyorum. Zira Peygamberin (s.a.a) sünneti ortadan kaldırılmış (yerine) bid'at ihya edilmiştir. Eğer sözümü kabul eder ve beni dinlerseniz ben de sizi doğru yola hidayet ederim. Vesselam-u aleykum ve rahmetullah-i ve berekatuh."[11]

Hz. Hüseyn (a.s) bu mektubunda Basra halkının, İslam'a muhalif olan düzene karşı mücadelesi hususunda kendisine yardım etmeye davet etmenin yanı sıra Ehl-i Beyt'in makamını, İslam dininin tahrife uğradığını ve kendi kıyamının asıl hedefini ayrıntılı bir şekilde açıklamıştır.

Hz. Hüseyn (a.s)’ın Kufe Halkının Mektuplarına Verdiği Cevap

Kufe halkı, Hz. Hüseyn (a.s)'ın bi'at etmekten kaçınıp Yezid hükümetine karşı mücadele vermeye kalkıştığını ve Mekke şehrine ulaştığını haber alınca İmam Hüseyin'e (a.s) çok sayıda mektup gönderdiler. Gönderilen mektupların özeti şundan ibarettir: "Şimdi artık Muaviye ölmüş ve müslümanlar onun şerrinden kurtulmuştur; bizi şaşkınlıktan kurtaracak bir İmam'a muhtacız. Şimdi biz Kufe halkı olarak bu şehirde Yezid'in valisi Numan b. Beşire karşı çıkıp onunla her türlü ilişkiyi kesmiş bulunmaktayız; hatta onun cemaat namazlarına bile katılmıyoruz. Sadece sizin gelmenizi bekliyoruz, elimizden gelen her yardımı sizin hedefiniz uğrunda esirgemeyeceğiz, sizin yolunuzda kendi canımız ve malımızdan da geçmeye hazırız."

Bazı tarihçilerin naklettiğine göre Kufe halkından ulaşan mektupların sayısı on iki bine aşkındı. Hz. Hüseyin bu mektuplara cevap olarak şöyle yazdı:

"Bismillahirrahmanirrahim. Hüseyn ibn-i Ali'den Kufe şehrinin ileri gelen mümin ve müslümanlarına. Allah'a hamd, Peygamber'e (s.a.a) selam ve salattan sonra, siz Kufe ehlinin en son mektubu (Hani ve Saîd vesilesiyle) bana ulaştı. Metuplarınızda hatırlatıp ve izhar ettiğiniz şeyleri anladım; çoğunuzun sözü şundan ibaretti: "İmam ve önderimiz yoktur, bize, şehrimiz Kufe'ye gel ki Allah-u Teâla senin vesilenle bizi hakka ve doğru yola hidayet etsin." Şimdi ben kardeşim, amcam oğlu ve ailem arasında herkesten fazla itimat ettiğim bir kimseyi (Müslim ibn-i Akil'i) size gönderiyorum. Ona halinizi, düşüncelerinizi, görüşlerinizi yakından öğrenip neticeyi bana bildirmesini emrettim. Eğer Kufe halkının ekseriyetinin isteği ve aranızdaki akıl ve fazilet sahibi kimselerin görüşü de, elçilerinizin huzuren anlattıkları ve mektuplarınızda okuduğum ve zikrettiğiniz gibi olursa ben de inşaAllah pek yakın bir zamanda size doğru hareket edeceğim."

İmam Hüseyin (a.s) mektubunu şu cümleyle sona erdirdi:

"Allah'a yemin ederim ki gerçek imam, Allah'ın kitabıyla amel eden, adalete sarılan, hakka boyun eğen ve kendisini sadece Allah'a adayan bir kimsedir. Vesselam."[12]

Hz. Hüseyin (a.s)'ın Mekke'deki Hutbesi

Hac mevsiminin yaklaşmasıyla müslümanlar ve hacılar grup grup Mekke'ye geliyorlardı. Yezid ibn-i Muaviye'nin emri üzere, Amr ibn-i As da zahirde hac emiri unvanı altında fakat gerçekte tehlikeli bir cinayeti işlemek maksadıyla Mekke'ye geldi. İmam Hüseyin (a.s), Amr ibn-i Said ibn-i As'ın kendisini öldürmekle görevlendirildiğinden haberdar oldu. İmam (a.s) Mekke'nin ihtiramının korunması için hac merasimine katılmadan hac amellerini Umre'ye çevirip Zilhicce ayının sekizinde salı günü Mekke'den Irak'a doğru hareket etti. Fakat hareket etmeden önce Beni Haşim ailesi, ve Mekke'de ikamet ettiği müddet içerisinde, İmam (a.s)'ın dostlarına katılan Şii’lerin arasında şu hutbeyi okudu:

"Bütün hamdlar Allah'a mahsustur, Allah neyi dilerse o olur. Kuvvet ve kudret ancak Allah'dandır. Allah'ın salat ve selamı O'nun Resulüne olsun."

Hz. Hüseyin (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: "Gerdanlık kızların boynuna yakıştığı gibi ölüm de insanoğluna yakışır. Yakup, Yusuf'u görmeyi arzu ettiği gibi ben de atalarımı görmeyi arzu ediyorum. Bana, varacağım bir katligah tayin edilmiştir. Öyle ki, o ıssız çöllerin yırtıcı kurt ve hayvanlarının (Kûfe ordusunun) Nevavis ve Kerbela arasındaki bir yerde benim uzuvlarımı parçaladıklarını, aç karın ve boş dağarcıklarını da bedenimle doldurduklarını görüyorum. Allah'ın kaza kalemiyle yazılmış olan böyle bir günden kurtuluş yoktur. Allah'ın razı olduğu şeye biz Ehl-i Beyt de razıyız. O'nun bela ve imtihanı karşısında sabır ve istikamet gösteriyoruz. O da sabredenlerin sevabını bize (tamamıyla) verecektir. Resulullah'ın (s.a.a) bedeninin parçası olan evlatlar O'ndan hiçbir zaman ayrı düşmeyeceklerdir. Cennette de O'nun yanında olacaklardır. Çünkü onlar Peygamberin (s.a.a) hoşnutluğu ve gözünün aydınlığına vesile olup vadesi de (ilahi hükümetin istikrarı da) onların vasıtasıyla tahakkuk bulacaktır."

İmam Hüseyin (a.s) sözlerini şu cümleyle sona erdirdi: "Herkes bilsin ki, bizim uğrumuzda canından geçen ve Allah'a ulaşmak yolunda kendisini feda etmeye hazır olan kimse, bizimle birlikte hareket etmelidir. Çünkü ben yarın sabah erkenden hareket edeceğim inşaAllah."[13]

Abdullah İbn-İ Abbas'ın İmam Hüseyin'e Teklifi.

Hz. Hüseyin (a.s) hareket edeceğini ilan ettikten sonra huzuruna varan ve bu seferden vazgeçmesini teklif edenlerden biri de Abdullah ibn-i Abbas idi Abdullah sözlerine şu cümleyle başladı: "Ey amca oğlu! Senin ayrılığına dayanmak istiyorum, fakat gerçekten dayanamıyorum. Çünkü senin, çıktığın bu yolculukta öldürülmenden, çocuklarının da düşmanın eline esir düşmelerinden endişe ediyorum. Irak halkı, sözlerinde durmayan insanlar oldukları için onlara itimat edilmemelidir."

İbn-i Abbas sözlerine şöyle devam etti: "... Eğer Irak halkı izhar ettikleri gibi gerçekten seni istiyor ve Yezidin hükümetine de karşı iseler, ilk önce düşmanları olan Yezid'in valisini kendi şehirlerinden dışarı çıkarmaları kovmaları gerekir... Eğer Mekke'den çıkma hususunda ısrar ediyorsan o halde Yemen'e doğru hareket etmen daha hayırlıdır...

Hz. Hüseyin (a.s)’ın Abdullah İbn-İ Abbas'a Cevabı

Hz. Hüseyin (a.s) İbn-i Abbas'ın cevabında şöyle buyurdu. "Ey amca oğlu! Allah'a andolsun ki ben senin hayır isteyen ve şefkatli bir şahıs olduğunu biliyorum. Fakat ben Irak'a doğru hareket etmeye karar aldım."

İbn-i Abbas, Hz. Hüseyin (a.s)'ın bu sözünü duyunca artık meseleyi fazla mevzu bahis etmeden şöyle dedi: "Anlaşılan sefere çıkmayı kararlaştırmışsın ama hiç değilse çoluk-çocuğu beraberinde götürme. Çünkü seni, onların gözleri önünde öldüreceklerinden korkuyorum."

İmam Hüseyin (a.s) İbn-i Abbas'ın bu teklifine karşılık şöyle buyurdu: "Allah'a andolsun ki onlar, kanımı dökmedikçe benden vazgeçmeyeceklerdir. Bunu yaptıkları takdirde de Allah-u Teâla onlara, kendilerini zelil ve hakir kılacak birini gönderir. Öyle ki onlar, hanımların hayızlık anında kullandığı bezden de aşağı ve hor bir hale düşeceklerdir."[14]





--------------------------------------------------------------------------------

 

 

 

 

 Irak seferinden vazgeçmeyi Hz. Hüseyin’e (a.s) teklif eden kişilerden beşincisi Arapların meşhur şairi Ferezdak'tır. Hz. Hüseyin (a.s) Mekke'den Irak'a doğru hareket ettiği zaman Ferazdak da hac farizasını eda edebilmek için Mekke'ye doğru geliyordu. Merhum şeyh Mufid Ferazdak'ın kendisinden şöyle naklediyor: "Ben H. 60. yılda annemle birlikte hac farizasını eda edebilmek için Mekke'ye gidiyordum. Harem'in yakınlarına vardığımda... Irak'a doğru giden Hz. Hüseyn (a.s)'ın kafilesi ile karşılaştım ve hemen huzuruna çıktım. Selam verip musafaha ettikten sonra: "Ey Resulullah'ın torunu!... Hac farizasını eda etmeden Mekke'den böyle acele olarak çıkmanızın sebebi nedir?" diye sordum. Hz. Hüseyn (a.s): "Eğer acele etmeseydim beni yakalayacaklardı." buyurdu.

Ferazdak daha sonra şöyle devam ediyor:"... İmam (a.s) benden: "Irak halkının, mevcut durumlar hakkında görüşleri nelerdir?" diye sordu. Ben ise cevaben: "Durumu bilir kişiden sorup öğrenmek istiyorsunuz. Biliniz ki halkın kalpleri sizinledir, ancak kılıçları aleyhinizedir. Mukadderat Allah'ın elindedir, dilediği şekilde yapar" dedim.

Hz. Hüseyn (a.s) bunun üzerine şöyle buyurdu: "Doğru söyledin, mukadderat Allah'ın elindedir... Eğer kaza ve kâder dilediğimiz şekilde olursa Allah'a nimetleri karşısında şükrederiz; şükretmek için yardım dilenen de O'dur. Eğer kaza ve kâder, isteğimiz arasında engel olur, işlerimiz dilediğimiz şekilde gitmezse, yine de niyeti hak ve batını takva olan (kalbine takva hükmeden) bir kimse, doğru yoldan çıkmamıştır."[1]

Ferazdak şöyle devam ediyor: "İmam Hüseyn (a.s)'ın sözü tamamlandığında: "Evet, sözünüz doğrudur, önünüze hayır çıksın." dedim. Daha sonra hac ve diğer bazı şeyler hususunda bir kaç soru sordum. İmam (a.s) bu sorularımı cevapladıktan sonra, vedalaşıp bineğini sürdü, böylece birbirimizden ayrıldık.

Hz. Hüseyin (a.s)’ın Kûfe Halkına İkinci Mektubu

Hz. Hüseyin (a.s) Kûfe'ye doğru hareketinde "Hacir" adındaki konağa vardığında, bu mektubu Kûfe halkına hitaben ve Muslim b. Akil'e cevap olarak yazıp " Kasys b. Müsehher-i Saydavî" vasıtasıyla onlara gönderdi: "Allah'a hamd, Peygambere salat ve selamdan sonra. Bize yardım etmek ve hakkımızı talep etmek için toplanmış olduğunuzu bildiren Muslim b. Akil'in mektubu bana ulaştı. Allah-u Teâla hepimize güzel ihsanda bulunmasını (akıbetimizi hayır etmesini) ve bu ittihada karşı da size en büyük sevapları lütufta bulunmasını niyaz ederim. Ben de Zilhicce ayının sekizi, salı günü Mekke'den ayrılıp size doğru hareket ettim. Elçim size ulaştığında işlerinizi süratle düzene sokun. Ben de bu bir kaç gün içerisinde gelip size ulaşırım."[2]

Hz. Hüseyn (A.S) Niçin Kûfe'yi Tercih Etti?

Bu soruya kısa bir şekilde şöyle cevap vermek mümkündür: Acaba Hz. Hüseyn (a.s) bunca mektup ve istekler karşısında, Irak ve Kûfe seferini durdurmuş olsaydı makûl bir mazereti olur muydu? Eğer Kûfe halkı, "Biz Hz. Hüseyn'in (a.s) yolunda can ve malımızdan geçmeye hazırdık" iddiasında bulunsalardı veya "Bize önderlikte bulunması için İmam Hüseyin'e (a.s) rica ettik, fakat O bizim isteklerimize itina göstermedi" deselerdi, İmam (a.s) da onlara; "Ben sizin bana karşı vefasız olacağınızı bildiğim için isteklerinize müspet cevap vermedim" demesi ikna edici bir cevap olur muydu? Acaba onlar böyle bir zamanda, "biz davetimizde samimiydik, sana karşı vefalı da kalacaktık" iddiasında bulunmazlar mıydı?

Başka bir ifadeyle, İmam Hüseyn (a.s) burada tarihin kavşak noktasında durmaktadır. Öyle ki İmam Hüseyn (a.s) Kûfe halkının isteklerine olumlu cevap vermezse tarihin karşısında mahkûm olacaktır. Tarih, şartların oldukça elverişli ve müsait olduğuna, ama İmam Hüseyn (a.s)'ın bu mühim fırsattan istifade etmediğine veya etmek istemediğine ya da korku ve vahşet sebebiyle bu meseleden el çektiğine hükmedecekti.

Bu yüzden Hz. Hüseyin (a.s), kendisine ellerini uzatan kimselere hücceti tamamlamak için onların isteklerine olumlu cevap veriyor.

Kûfe Yolunda

Hz. Hüseyin, Kerbela seferinde "Hüzeymiye" ismindeki konağa vardı, bir gün orada kalıp dinlendi. İşte bu konakta, Hz. Zeyneb (a.s) sabah erkenden kardeşinin huzuruna gelip şöyle dedi: Kardeşim, bu iki beyt şiir sanki gaipten bana ilham oldu ve daha çok ıstırap ve üzüntüme yol açtı.

Ey göz, yaşla dolup taş

Ağla ağla durmadan

Çünkü kim ağlayacak

Şehitlere sonradan

Ağla o kervana ki

Takdir ile yürüyor

Ahde vefa etmeye

Ölüm onu sürüyor.

İmam Hüseyin (a.s), bacısı Zeyneb-i Kubra'ya cevabında tek bir kısa cümleyle iktifa etti;

"Ey bacım! Allah'ın takdir ettiği şey mutlaka vuku bulacaktır."[3]

Hz. Hüseyn (A.S) Sa'lebiyye Konağında

Hz. Hüseyn (a.s)'ın kafilesi "Hüzeymiye" ve "Zerud" dan sonra "Sa'lebiyye" konağına vardı.

Şîa'nın büyük muhaddisi Şeyh Saduk ve Hatib-i Harezmî'nin naklettiklerine göre bir şahıs "Sa'lebiyye" konağında Hz. Hüseyin (a.s)'ın huzuruna çıkıp şu ayetin tefsirini sordu: "Kıyamet günü, herkesi ve her toplumu kendi imam ve önderleriyle çağıracağız."[4]

İmam (a.s) cevabında şöyle buyurdu: "Evet, öyle imam ve önderler vardır ki, insanları doğru yola, saadet ve mutluluğa doğru çağırır; bir grup insanlar da ona icabet edip itaat ederler. Öyle önderler de vardır ki bedbahtlık ve sapıklığa davet eder; diğer bir grup da ona olumlu cevap verirler. Birinci grup cennete, ikinci grup ise cehenneme gider."

İmam (a.s) daha sonra; "İşte bu Allah-u Teâla'nın buyurduğu "Bir gurup cennettediler, diğer bir grup da cehennemde"[5] ayetinin diğer bir manasıdır" diye buyurdular.

Hz. Hüseyin (a.s)’ın Şükuk Konağındaki Sözü

Hz. Hüseyin (a.s), Kûfe bölgesine doğru ilerlerken her gün Kûfe ve Irak halkından olan çeşitli insanlarla karşılaşıyordu. Sa'lebiyye konağını arkasında bırakıp "Şükuk" ismindeki diğer bir konağa vardığında Kûfe'den gelen bir kişiyle karşılaşır, o adamdan Kûfe'nin durumunu ve oradaki insanların ne fikirde olduklarını soruyor, o adam da. "Ey Resulullah'ın torunu! Irak halkı sana karşı muhalefet etmek ve savaşmak için birbiriyle birleşip anlaşmışlardır." diyor.

İmam Hüseyn (a.s) o adamın sözüne karşılık şöyle buyuruyor: "İşler Allah'a mahsustur (olaylar O'nun emriyle vuku bulur.) Dilediği ve salah gördüğü şeyi yapar. Allah-u Teâla, her gün bir işdedir (yani her zaman için özel bir iradesi vardır.)"

İmam Hüseyin (a.s) daha sonra şu şiiri okuyor:

"Eğer bu dünya hayatı bazılarının nazarında değerli sayılıyorsa,

Allah'ın mükafat dünyası daha yüce ve değerlidir.

Eğer dünya malı ve serveti ondan bir gün el çekmek için toplanmışsa,

İnsanın böyle bir servet için cimrilik yapmaması gerekir.

Eğer rızkılar takdir edilmiş bölünmüşse,

İnsanın servet elde etmekte ihtirasının az olması daha iyidir.

Eğer bu bedenler ölüm için yaratılmışsa,

İnsanın Allah yolunda öldürülmesi daha üstündür."

Ey Muhammed (s.a.a) hanedanı, Allah'ın selamı üzerinize olsun ben en yakın zamanda aranızdan ayrılacağım.[6]

Hz. Hüseyn (a.s)’ın "Zübale" Konağındaki Konuşması

Hz. Hüseyn (a.s)'ın kafilesi "Şükuk" konağından sonra "Zübale" konağına vardı. Bu konakta Kûfe'deki taraftarlarından eline ulaşan bir mektup vasıtasıyla artık resmen Müslim, Hanî ve Abdullah ibn-i Yektur'un katledilme olayından haberdar oldu. Hz. Hüseyn (a.s) dostlarının arasında, mektubu elinde tuttuğu halde şöyle buyurdu: "Bismillahirrahmanirrahim. Allah'a hamd, Peygambere salat ve selam olsun. Bize üzücü bir haber ulaşmıştır. Bu üzücü haber Müslim ibn-i Akil, Hanî ibn-i Urve ve Abdullah ibn-i Yektur'un öldürülme haberleridir. Şia'larımız bize yardım etmekten vazgeçmişlerdir. Sizden geri dönmek isteyen geri dönebilir ve bizden taraf onun üzerinde hiçbir hak yoktur."[7]

Bu Teklifin Sebep Ve Neticesi

Taberi Hz. Hüseyn (a.s)'ın teklifi hususunda şöyle diyor: Hz. Hüseyin (a.s), yol esnasında O'nun kervanına katılan kimselerin ne ümitle katıldıklarını iyice biliyordu. Onlar,İmam Hüseyn (a.s)'ın, halkı ona uyan ve emirlerini kabul eden bir şehre gittiğini düşünüyorlardı. Fakat İmam (a.s), meselenin gerçeğini bilmeyen şahısların kendisiyle beraber gelmesini sevmediği ve meselenin iç yüzü onlara aşikar olduktan sonra bu seferden vazgeçeceklerini bildiği için bu teklifi onlara sundu ve eline ulaşan mektubun mazmununu açıkça onlara söyledi."

Taberi, bu önerinin neticesini şöyle naklediyor: "Hz. Hüseyn (a.s)'ın konuşmasından sonra, İmam (a.s)'la birlikte gelen toplum, grup-grup sağa sola dağıldılar; öyle ki Hz. Hüseyin (a.s) kendisiyle birlikte Medine'den gelen yakın dostlarıyla yalnız kaldı."

Hz. Hüseyn (a.s)'ın Akabe Vadisindeki Sözleri

Hz. Hüseyn (a.s)'ın kafilesi "Zübale" konağından hareket ettikten sonra "Akabe vadisi" ismindeki diğer bir konağa vardı. İbn-i Kuleveyh'in İmam Sadık'dan (a.s) naklettiğine göre İmam (a.s) bu konakta gördüğü uyku münasebetiyle ashabına ve dostlarına şöyle buyurdu: "Ben kendimi maktul görüyorum. (Beni öldüreceklerdir.) Çünkü rüyamda birkaç köpeğin bana saldırıp ısırdığını gördüm, onların en çok saldıranı ve kötüsü ise alaca renkli olanıydı."[8]

Hz. Hüseyn (a.s)’ın Şeraf'da Öğle Namazından Sonraki Konuşması

Nur kafilesi Akabe vadisini de arkasında bıraktıktan sonra, "Şeraf" ismindeki diğer bir konağa vardı. Hz. Hüseyn (a.s) bu bölgeye ulaştıktan sonra, İmam (a.s)'ın hareketini önlemekle memur olan Hür ibn-i Riyahî de bin savaşçı erle birlikte bu konağa vardı. Bu konakta Hz. Hüseyn (a.s) iki kısa konuşmanın zımnında, kendi mevkisi ve Beni Ümeyye hanedanının durumunu ve seferinin sebebinin ne olduğunu Hürr'ün askerlerine beyan etti.

Hz. Hüseyn (a.s)'ın öğle namazını kıldıktan sonraki konuşması: "Ey insanlar! Benim sözlerim sizlere hüccet ve Allah katında mesuliyetten kurtulmak ve vazifeyi yapmaktan ibarettir. Ben, "Bizim önderimiz yoktur, davetimizi kabul edip bize taraf hareket et tâ ki Allah-u Teâla senin vesilenle bizi doğru yola hidayet etsin" şeklindeki gönderdiğiniz mektup ve elçilerinizden sonra size doğru gelmişim. Eğer davetlerinizde sadıksanız işte ben gelmişim... Ama yok eğer gelmemden razı değilseniz o zaman geldiğim bölgeye geri dönerim."[9]

Hürr'ün askerleri Hz. Hüseyn (a.s)'ın sözü karşısında susmayı tercih ettiler. Böylece öğle namazı İmam (a.s)'ın sözleriyle sona erdi. Daha sonra ikindi namazının vakti ulaştı. Namaz kıldıktan sonra tekrar İmam (a.s) bir konuşma yaptı. Bu konuşmada yine onların davetlerinden ve... söz etti. Hür ise; "Bizim bu davet mektuplarından haberimiz yoktur." dedi. Bunun üzerine İmam Hüseyn (a.s), "Akabet ibn-i Sem'an"a, Kûfe halkının mektuplarıyla dolu olan heybeyi getirmesini emretti. Ama Hür yine de bu mektuplardan habersiz olduğunu söyledi. Bu sırada İmam (a.s) ile Hürr'ün arasında, İmam (a.s)'ın hareketine dair bazı konuşma ve tartışmalar oldu. Çünkü İmam (a.s) Kûfe'ye doğru gitmek istiyordu. Hür de memur olduğu üzere İmam (a.s)'ın Kûfe'ye doğru hareketini engellemeye kesin karar almıştı. Fakat Hür, İmam (a.s)'ın kendi kararından vazgeçmeyeceğini... görünce şöyle dedi: "Hareket etmeye karar aldığınıza göre, kendiniz için ne Kûfe'ye ve ne de Medine'ye ulaşacak bir yol seçin ben de bu arada fırsattan yararlanıp İbn-i Ziyad'a barışçı bir mektup yazayım, şayet Allah-u Teâla beni sana karşı savaşmaktan kurtarır."

Hz. Hüseyn (a.s)’ın Beyza Konağındaki Sözleri

Şeraf konağından hareket ettikten sonra her iki kafile birbirinin parelelinde hareket ediyorlardı. Suyu ve rahatlığı fazla olan yerlere ulaştıklarında orada konaklıyorlardı. Konakladıkları yerlerden biri de "Beyza" konağıydı. Bu konakta yine İmam Hüseyn (a.s) bir fırsat bularak Hürr'ün askerlerine bazı gerçekleri anlatıp kıyam ve hareketinin asıl sebebini şöyle teşrih etmiştir:

"Ey insanlar! Resulullah buyurmuştur ki, "Her kim Allah'ın haramını helal bilen, ahdini bozan, Resulünün sünnetine muhalif olan, kulları arasında günah ve haksızlık yapan zalim bir yönetici görür, ameli ve sözüyle ona karşı muhalefet etmezse Allah-u Teâla böyle bir adamı, o zalimi sokacağı yere (cehennem'e) sokar." Ey insanlar! bilin ki, bunlar (Benî Ümeyye) Allah'ın itaatini terk edip Şeytan'ın itaatine sarıldılar. Fesadı yayıp ilahi sınırları tatil ettiler. Fey'î (Peygamber ailesine mahsus olan ganimeti) kendilerine ayırdılar. Allah'ın haramını helal, helalını da haram ettiler (emr ve nehiylerini değiştirdiler.) Ben müslüman toplumu hidayet etmeye ve onlara önderlik yapmaya ceddimin dinini değiştiren fasitlerden daha lâyığım.

Bi'at ettiğinize, beni düşman karşısında yalnız bırakmayacağınıza ve yardımınızı benden esirgemeyeceğinize dair bana bir çok davet mektupları ve elçileriniz geldi. Bu bi'ata sadık olduğunuz takdirde, adet ve insanî değerlere ulaşmış olursunuz. Zira ben Ali ve Peygamberin kızı Fatıma'nın oğluyum. ...Eğer bana karşı ahdinizi bozar ve biatiniz üzerinde durmazsanız, zaten yeni bir şey yapmış sayılmazsınız. Çünkü babama, kardeşime ve amcam oğlu Müslim'e de aynı muâmeleyi yaptınız. Aldatılan, sizin sözlerinize güvenen kimsedir. Siz nasibinizi elde etmekte hata eden ve payını boş yere elden çıkaran kimselersiniz. Kim ahdini bozar da sözünün üzerinde durmazsa, yaptığı, iş kendi zararına tamam olur. Allah-u Teâla, beni sizden müstağni kılar inşaAllah."[10]

Hz. Hüseyn (a.s)’ın Ebu Hirem'e Verdiği Cevap

"Rüheyme" konağında Ebu Hirem ismindeki Kûfe'li bir kişi, Hz. Hüseyn (a.s)'ın huzuruna varıp şöyle dedi. "Ey Resulullah'ın torunu, seni ceddinin hareminden çıkaran sebep nedir?"

İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdu. "Ey Eba Hirem! Ümeyye oğulları, çirkin sözlerle şahsiyetime dokundular, buna karşı sabrettim, malımı, servetimi yağmaladılar sabrettim. Fakat kanımı dökmek istediklerinde şehrimi terk etmek zorunda kaldım. Allah'a andolsun ki bunlar beni katledeceklerdir. Allah-u Teâla da onları büyük bir zillet ve keskin bir kılıca düçar edecek, kendilerini hor, hakir eden bir kimseyi onlara musallat kılacaktır. O zaman da bir kadının kendi arzuları doğrultusunda halkının mal ve canına hükmettiği Seba kavminden daha çok hor ve zelil bir duruma düşeceklerdir."[11]

Hz. Hüseyn (a.s)’ın Tirimmah İbn-İ Adi Ve Dostlarına Verdiği Cevap

Taberi şöyle diyor: Amr ibn-i Halid, Sa'd, Mecme ve Nafi ibn-i Hilal ismindeki dört kişi, Tirimmah ibn-i Adî'yle birlikte Kûfe'ye doğru hareket edip "Uzeyb'ül Hicanat" konağında İmam (a.s) ile karşılaştılar. İmam (a.s)'la konuşurken şöyle dediler. "Ey Resulullah'ın torunu! Tirimmah yol boyunca hedy (kaval çalma) yerine şu şiirleri okuyarak develeri sürüyordu:

Güzel devem ne olur zahmetimde incime

Yorulma sen, usanma çilelere gam yeme.

Eşsiz binicilere götür beni kendinle

En iyi yolculara götür beni kendinle.

Şafak henüz doğmadan, karanlığı boğmadan

Hareket et, yürü git, yerinde hiç durmadan.

Öyle bir servere ki hürdür, göğsü geniştir

Allah getirmiş onu, işi en iyi iştir.

Ya Rab, O pâk vücudu belalardan koru sen

Asla bırakma sönsün bu ilahî nuru sen.[12]

Tirimmah'ın İmam (a.s)'la görüşmeye olan arzusunu dile getiren şiirleri Hazretin huzurunda okununca İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular: "Allah'a andolsun ki ben, Allah-u Teâla'nın bizim hakkımızda iradesinin hayır olmasını Ümit ediyorum..."[13]

Daha sonra Hz. Hüseyn (a.s) Kûfe halkının akide ve düşünce tarzlarını sordu. Onlar cevaben: "Ey Resulullah'ın torunu! Kûfe kabilelerinin büyüklerine gelince İbn-i Ziyad'dan çok ağır ve değerli rüşvetler almışlardır. Diğer fertlere gelince de onların kalbleri seninledir, kılıçlarıysa aleyhinedir." dediler. Yine İmam (a.s)'ın elçisi olan Kays ibn-i Müsehher-i Saydavî'nin öldürülme haberini Hazrete bildirdiler. Hz. Hüseyn (a.s) bu üzücü haberi duyar duymaz şu ayeti okudu: "Müminlerden öyle erler vardır ki Allah'a verdikleri sözde sadık kaldılar. Kimi adağını ödedi (şehit oldu) kimi de (şehid olmayı) bekliyor. Onlar asla verdikleri sözü değiştirmediler"[14]

Hz. Hüseyn (a.s) daha sonra şöyle dua etti. "Allah'ım! Cenneti bize ve onlara nasip et. Bizleri ve onları kendi rahmetinde, korunmuş olan sevaplarının en beğenilenine ulaştır."

Kerbela Yakınlarında

Hz. Hüseyn (a.s) "Kasr-ı Beni Mekatil" konağında sabaha yakın bir vakitte, gençlere tulumları suyla doldurmalarını emretti, ve bir sonraki menzile doğru hareket edildi. Kafilenin hareketi esnasında İmam (a.s) istirca "İnna lillah ve inna ileyhi raciun..."[15] kelimesini tekrarladığı defalarca duyuldu. Hz. Hüseyn (a.s)'ın yiğit oğlu Ali Ekber, Hazretten bu istirca kelimesinin sebebini sorduğunda İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Ben hafif bir uykuya daldım bir süvari zahir olup şöyle diyordu. "Bu topluluk geceleyin yürüyor, ölüm de onları takip ediyor." Böylece o topluluğun bizlerin olduğunu ve ölümün de bize haber verilmiş olduğunu öğrendim."

Ali Ekber: "Allah kötü bir olay karşımıza çıkarmasın, biz hak değil miyiz?" dediğinde İmam (a.s): "Evet Allah'a andolsun ki biz hak yolundayız." buyurdu. Hz. Ali Ekber: "Öyleyse hak yolunda ölmekten hiçbir korkumuz yoktur" dedi.

İmam Hüseyn (a.s) bunu duyunca şöyle buyurdu: "Allah-u Teâla bir evlada babasından taraf vereceği en iyi mükafatla mükafatlandırsın seni."

Evet, eğer öldürülmek ve öldürmek, kıyam ve inkilap hak yolunda olursa artık ölümden korkmanın bir anlamı yoktur.

Hz. Hüseyn (a.s)’ın Kerbela'ya Vardığı Zaman Buyurduğu Sözler.

Hz. Hüseyn (a.s)'ın kafilesi, Hürr'ün ordusuyla birlikte hareketlerine devam edip "Neyneva"ya ulaştılar. Burada ata binmiş silahlı bir süvariyle karşılaştılar, o adam İbn-i Ziyad'ın elçisiydi, kendisinden taraf Hürr'e mektup getiriyordu. Mektubun metni şöyledir: "Bu mektubu okur okumaz Hüseyn ibn-i Ali'yi baskı altına al ve O'nu kuru düz bir çöle sevk et."

Hür mektubun metnini İmam Hüseyn (a.s)'a okuyup Hz. Hüseyin'i (a.s) bu yeni emirden haberdar etti.

İmam Hüseyin (a.s): "Öyleyse bırak biz Neyneva, Gaziriyyat veya Şufeyye çölüne inelim" buyurdu.

Hür: "Ben sizin bu teklifinizi kabul edemem. Çünkü ben artık karar almakta özgür değilim. Zira bu mektubu ulaştıranın kendisi İbn-i Ziyad'ın casusudur ve benim en küçük hareketlerimi bile göz altında bulundurmaktadır." dedi.

Bu arada "Züheyr ibn-i Kayn" İmam (a.s)'a şöyle bir teklifte bulundu: "Bizim bu az grupla savaşmamız, bunların arkasında olan kişilerle savaşmaktan daha kolaydır...." İmam Hüseyn (a.s) Zübeyr'in teklifine cevaben. "Savaşı ben başlatmayacağım"[16] diye buyurdu.

Daha sonra İmam Hüseyn (a.s) Hürre hitaben: "İkametimize daha münasib bir yer bulmamız için biraz daha hareket edelim." diye buyurdu. Hür, İmam Hüseyin'in (a.s) bu sözüne muvafakat ederek hareketlerine devam edip Kerbela çölüne ulaştılar. Burada Hür ve dostları; "Burası Fırat'a yakın ve münasib bir yerdir" diye Hazretin bundan daha fazla ilerlemesine mani oldular.

Hz. Hüseyin (a.s) o bölgeye inmeye karar verdiğinde o yerin ismini sordu. Buraya "Taf" diyorlar diye cevap verdiler. İmam (a.s): "Buranın başka bir ismi de var mıdır?" diye sorduğunda "Buraya Kerbela da diyorlar" dediler.

Hz. Hüseyin (a.s) "Kerbela" ismini duyar duymaz şöyle buyurdu: "Allah'ım Kerb ve bela (gam ve bela) dan sana sığınıyorum. İşte burası bizim ineceğimiz (son) yerdir. Allah'a andolsun ki, kıyamet gününde de buradan haşrolacağız. Bu, ceddim Resulullah'ın (s.a.a) vadesidir, O'nun vadesinde hiç bir hilaf yoktur."[17]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Ensab'ül-Eşraf, c. 3, s. 164. Taberi, c. 7, s. 287. Kamil-i İbn-i Esir, c. 3, s. 276. İrşad-ı Mufid, s. 218. Harezmî, c. 1, s. 223

[2] - Ensab'ül-Eşraf, c. 3, s. 167. Taberi, c. 7, s. 289. el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 8, s. 168

[3] - Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 225

[4] - İsra / 72

[5] - Şura / 7

[6] - İbn-i Asakir, s. 164. Maktel-i Harezmî, c. 1 s. 223. Menakıb, c. 4, s. 95

[7] - Taberi, c. 7, s. 294. İrşad-ı Mufid, s. 223

[8] - Kamil'üz-Ziyarat, s. 75. Tarih-i Taberi, c. 7 s. 294

[9] - Taberi, c. 7, s. 297. Kamil-i İbn-i Esir, c. 3, s. 280. Maktel-i Harezmî, s. 231. İrşad-ı Mufid, s. 224

[10] - Taberi, c. 7, s. 297. Kamil-i İbn-i Esir, c. 3, s. 280. Harezmî, c. 1, s. 234. Ensab'ül-Eşraf, c. 3, s171

[11] - Harezmî, c. 1, s. 226. Lühuf, s. 62. Musîr-ül Ahzan-ı İbn-i Nûma, s. 46

[12] - Ensab-ül Eşraf, c. 3, s. 172

[13] - Taberi, c. 7, s. 304

[14] - Ahzab/23

[15] - Ensab'ül -Eşraf, c. 3, s. 185, Taberi, c. 7, s. 306

[16] - Taberi, c. 7, s. 308. Kamil, c. 3, s. 282. Harezmî, c. 1, s. 234

[17] - Nur'üs-Sakaleyn, c. 4, s. 221. Bihar'ül-Envar, c. 10, s. 188

< Önceki Sonraki >
[ Geri ]
Themes and Templates Irak seferinden vazgeçmeyi Hz. Hüseyin’e (a.s) teklif eden kişilerden beşincisi Arapların meşhur şairi Ferezdak'tır. Hz. Hüseyin (a.s) Mekke'den Irak'a doğru hareket ettiği zaman Ferazdak da hac farizasını eda edebilmek için Mekke'ye doğru geliyordu. Merhum şeyh Mufid Ferazdak'ın kendisinden şöyle naklediyor: "Ben H. 60. yılda annemle birlikte hac farizasını eda edebilmek için Mekke'ye gidiyordum. Harem'in yakınlarına vardığımda... Irak'a doğru giden Hz. Hüseyn (a.s)'ın kafilesi ile karşılaştım ve hemen huzuruna çıktım. Selam verip musafaha ettikten sonra: "Ey Resulullah'ın torunu!... Hac farizasını eda etmeden Mekke'den böyle acele olarak çıkmanızın sebebi nedir?" diye sordum. Hz. Hüseyn (a.s): "Eğer acele etmeseydim beni yakalayacaklardı." buyurdu.

Ferazdak daha sonra şöyle devam ediyor:"... İmam (a.s) benden: "Irak halkının, mevcut durumlar hakkında görüşleri nelerdir?" diye sordu. Ben ise cevaben: "Durumu bilir kişiden sorup öğrenmek istiyorsunuz. Biliniz ki halkın kalpleri sizinledir, ancak kılıçları aleyhinizedir. Mukadderat Allah'ın elindedir, dilediği şekilde yapar" dedim.

Hz. Hüseyn (a.s) bunun üzerine şöyle buyurdu: "Doğru söyledin, mukadderat Allah'ın elindedir... Eğer kaza ve kâder dilediğimiz şekilde olursa Allah'a nimetleri karşısında şükrederiz; şükretmek için yardım dilenen de O'dur. Eğer kaza ve kâder, isteğimiz arasında engel olur, işlerimiz dilediğimiz şekilde gitmezse, yine de niyeti hak ve batını takva olan (kalbine takva hükmeden) bir kimse, doğru yoldan çıkmamıştır."[1]

Ferazdak şöyle devam ediyor: "İmam Hüseyn (a.s)'ın sözü tamamlandığında: "Evet, sözünüz doğrudur, önünüze hayır çıksın." dedim. Daha sonra hac ve diğer bazı şeyler hususunda bir kaç soru sordum. İmam (a.s) bu sorularımı cevapladıktan sonra, vedalaşıp bineğini sürdü, böylece birbirimizden ayrıldık.

Hz. Hüseyin (a.s)’ın Kûfe Halkına İkinci Mektubu

Hz. Hüseyin (a.s) Kûfe'ye doğru hareketinde "Hacir" adındaki konağa vardığında, bu mektubu Kûfe halkına hitaben ve Muslim b. Akil'e cevap olarak yazıp " Kasys b. Müsehher-i Saydavî" vasıtasıyla onlara gönderdi: "Allah'a hamd, Peygambere salat ve selamdan sonra. Bize yardım etmek ve hakkımızı talep etmek için toplanmış olduğunuzu bildiren Muslim b. Akil'in mektubu bana ulaştı. Allah-u Teâla hepimize güzel ihsanda bulunmasını (akıbetimizi hayır etmesini) ve bu ittihada karşı da size en büyük sevapları lütufta bulunmasını niyaz ederim. Ben de Zilhicce ayının sekizi, salı günü Mekke'den ayrılıp size doğru hareket ettim. Elçim size ulaştığında işlerinizi süratle düzene sokun. Ben de bu bir kaç gün içerisinde gelip size ulaşırım."[2]

Hz. Hüseyn (A.S) Niçin Kûfe'yi Tercih Etti?

Bu soruya kısa bir şekilde şöyle cevap vermek mümkündür: Acaba Hz. Hüseyn (a.s) bunca mektup ve istekler karşısında, Irak ve Kûfe seferini durdurmuş olsaydı makûl bir mazereti olur muydu? Eğer Kûfe halkı, "Biz Hz. Hüseyn'in (a.s) yolunda can ve malımızdan geçmeye hazırdık" iddiasında bulunsalardı veya "Bize önderlikte bulunması için İmam Hüseyin'e (a.s) rica ettik, fakat O bizim isteklerimize itina göstermedi" deselerdi, İmam (a.s) da onlara; "Ben sizin bana karşı vefasız olacağınızı bildiğim için isteklerinize müspet cevap vermedim" demesi ikna edici bir cevap olur muydu? Acaba onlar böyle bir zamanda, "biz davetimizde samimiydik, sana karşı vefalı da kalacaktık" iddiasında bulunmazlar mıydı?

Başka bir ifadeyle, İmam Hüseyn (a.s) burada tarihin kavşak noktasında durmaktadır. Öyle ki İmam Hüseyn (a.s) Kûfe halkının isteklerine olumlu cevap vermezse tarihin karşısında mahkûm olacaktır. Tarih, şartların oldukça elverişli ve müsait olduğuna, ama İmam Hüseyn (a.s)'ın bu mühim fırsattan istifade etmediğine veya etmek istemediğine ya da korku ve vahşet sebebiyle bu meseleden el çektiğine hükmedecekti.

Bu yüzden Hz. Hüseyin (a.s), kendisine ellerini uzatan kimselere hücceti tamamlamak için onların isteklerine olumlu cevap veriyor.

Kûfe Yolunda

Hz. Hüseyin, Kerbela seferinde "Hüzeymiye" ismindeki konağa vardı, bir gün orada kalıp dinlendi. İşte bu konakta, Hz. Zeyneb (a.s) sabah erkenden kardeşinin huzuruna gelip şöyle dedi: Kardeşim, bu iki beyt şiir sanki gaipten bana ilham oldu ve daha çok ıstırap ve üzüntüme yol açtı.

Ey göz, yaşla dolup taş

Ağla ağla durmadan

Çünkü kim ağlayacak

Şehitlere sonradan

Ağla o kervana ki

Takdir ile yürüyor

Ahde vefa etmeye

Ölüm onu sürüyor.

İmam Hüseyin (a.s), bacısı Zeyneb-i Kubra'ya cevabında tek bir kısa cümleyle iktifa etti;

"Ey bacım! Allah'ın takdir ettiği şey mutlaka vuku bulacaktır."[3]

Hz. Hüseyn (A.S) Sa'lebiyye Konağında

Hz. Hüseyn (a.s)'ın kafilesi "Hüzeymiye" ve "Zerud" dan sonra "Sa'lebiyye" konağına vardı.

Şîa'nın büyük muhaddisi Şeyh Saduk ve Hatib-i Harezmî'nin naklettiklerine göre bir şahıs "Sa'lebiyye" konağında Hz. Hüseyin (a.s)'ın huzuruna çıkıp şu ayetin tefsirini sordu: "Kıyamet günü, herkesi ve her toplumu kendi imam ve önderleriyle çağıracağız."[4]

İmam (a.s) cevabında şöyle buyurdu: "Evet, öyle imam ve önderler vardır ki, insanları doğru yola, saadet ve mutluluğa doğru çağırır; bir grup insanlar da ona icabet edip itaat ederler. Öyle önderler de vardır ki bedbahtlık ve sapıklığa davet eder; diğer bir grup da ona olumlu cevap verirler. Birinci grup cennete, ikinci grup ise cehenneme gider."

İmam (a.s) daha sonra; "İşte bu Allah-u Teâla'nın buyurduğu "Bir gurup cennettediler, diğer bir grup da cehennemde"[5] ayetinin diğer bir manasıdır" diye buyurdular.

Hz. Hüseyin (a.s)’ın Şükuk Konağındaki Sözü

Hz. Hüseyin (a.s), Kûfe bölgesine doğru ilerlerken her gün Kûfe ve Irak halkından olan çeşitli insanlarla karşılaşıyordu. Sa'lebiyye konağını arkasında bırakıp "Şükuk" ismindeki diğer bir konağa vardığında Kûfe'den gelen bir kişiyle karşılaşır, o adamdan Kûfe'nin durumunu ve oradaki insanların ne fikirde olduklarını soruyor, o adam da. "Ey Resulullah'ın torunu! Irak halkı sana karşı muhalefet etmek ve savaşmak için birbiriyle birleşip anlaşmışlardır." diyor.

İmam Hüseyn (a.s) o adamın sözüne karşılık şöyle buyuruyor: "İşler Allah'a mahsustur (olaylar O'nun emriyle vuku bulur.) Dilediği ve salah gördüğü şeyi yapar. Allah-u Teâla, her gün bir işdedir (yani her zaman için özel bir iradesi vardır.)"

İmam Hüseyin (a.s) daha sonra şu şiiri okuyor:

"Eğer bu dünya hayatı bazılarının nazarında değerli sayılıyorsa,

Allah'ın mükafat dünyası daha yüce ve değerlidir.

Eğer dünya malı ve serveti ondan bir gün el çekmek için toplanmışsa,

İnsanın böyle bir servet için cimrilik yapmaması gerekir.

Eğer rızkılar takdir edilmiş bölünmüşse,

İnsanın servet elde etmekte ihtirasının az olması daha iyidir.

Eğer bu bedenler ölüm için yaratılmışsa,

İnsanın Allah yolunda öldürülmesi daha üstündür."

Ey Muhammed (s.a.a) hanedanı, Allah'ın selamı üzerinize olsun ben en yakın zamanda aranızdan ayrılacağım.[6]

Hz. Hüseyn (a.s)’ın "Zübale" Konağındaki Konuşması

Hz. Hüseyn (a.s)'ın kafilesi "Şükuk" konağından sonra "Zübale" konağına vardı. Bu konakta Kûfe'deki taraftarlarından eline ulaşan bir mektup vasıtasıyla artık resmen Müslim, Hanî ve Abdullah ibn-i Yektur'un katledilme olayından haberdar oldu. Hz. Hüseyn (a.s) dostlarının arasında, mektubu elinde tuttuğu halde şöyle buyurdu: "Bismillahirrahmanirrahim. Allah'a hamd, Peygambere salat ve selam olsun. Bize üzücü bir haber ulaşmıştır. Bu üzücü haber Müslim ibn-i Akil, Hanî ibn-i Urve ve Abdullah ibn-i Yektur'un öldürülme haberleridir. Şia'larımız bize yardım etmekten vazgeçmişlerdir. Sizden geri dönmek isteyen geri dönebilir ve bizden taraf onun üzerinde hiçbir hak yoktur."[7]

Bu Teklifin Sebep Ve Neticesi

Taberi Hz. Hüseyn (a.s)'ın teklifi hususunda şöyle diyor: Hz. Hüseyin (a.s), yol esnasında O'nun kervanına katılan kimselerin ne ümitle katıldıklarını iyice biliyordu. Onlar,İmam Hüseyn (a.s)'ın, halkı ona uyan ve emirlerini kabul eden bir şehre gittiğini düşünüyorlardı. Fakat İmam (a.s), meselenin gerçeğini bilmeyen şahısların kendisiyle beraber gelmesini sevmediği ve meselenin iç yüzü onlara aşikar olduktan sonra bu seferden vazgeçeceklerini bildiği için bu teklifi onlara sundu ve eline ulaşan mektubun mazmununu açıkça onlara söyledi."

Taberi, bu önerinin neticesini şöyle naklediyor: "Hz. Hüseyn (a.s)'ın konuşmasından sonra, İmam (a.s)'la birlikte gelen toplum, grup-grup sağa sola dağıldılar; öyle ki Hz. Hüseyin (a.s) kendisiyle birlikte Medine'den gelen yakın dostlarıyla yalnız kaldı."

Hz. Hüseyn (a.s)'ın Akabe Vadisindeki Sözleri

Hz. Hüseyn (a.s)'ın kafilesi "Zübale" konağından hareket ettikten sonra "Akabe vadisi" ismindeki diğer bir konağa vardı. İbn-i Kuleveyh'in İmam Sadık'dan (a.s) naklettiğine göre İmam (a.s) bu konakta gördüğü uyku münasebetiyle ashabına ve dostlarına şöyle buyurdu: "Ben kendimi maktul görüyorum. (Beni öldüreceklerdir.) Çünkü rüyamda birkaç köpeğin bana saldırıp ısırdığını gördüm, onların en çok saldıranı ve kötüsü ise alaca renkli olanıydı."[8]

Hz. Hüseyn (a.s)’ın Şeraf'da Öğle Namazından Sonraki Konuşması

Nur kafilesi Akabe vadisini de arkasında bıraktıktan sonra, "Şeraf" ismindeki diğer bir konağa vardı. Hz. Hüseyn (a.s) bu bölgeye ulaştıktan sonra, İmam (a.s)'ın hareketini önlemekle memur olan Hür ibn-i Riyahî de bin savaşçı erle birlikte bu konağa vardı. Bu konakta Hz. Hüseyn (a.s) iki kısa konuşmanın zımnında, kendi mevkisi ve Beni Ümeyye hanedanının durumunu ve seferinin sebebinin ne olduğunu Hürr'ün askerlerine beyan etti.

Hz. Hüseyn (a.s)'ın öğle namazını kıldıktan sonraki konuşması: "Ey insanlar! Benim sözlerim sizlere hüccet ve Allah katında mesuliyetten kurtulmak ve vazifeyi yapmaktan ibarettir. Ben, "Bizim önderimiz yoktur, davetimizi kabul edip bize taraf hareket et tâ ki Allah-u Teâla senin vesilenle bizi doğru yola hidayet etsin" şeklindeki gönderdiğiniz mektup ve elçilerinizden sonra size doğru gelmişim. Eğer davetlerinizde sadıksanız işte ben gelmişim... Ama yok eğer gelmemden razı değilseniz o zaman geldiğim bölgeye geri dönerim."[9]

Hürr'ün askerleri Hz. Hüseyn (a.s)'ın sözü karşısında susmayı tercih ettiler. Böylece öğle namazı İmam (a.s)'ın sözleriyle sona erdi. Daha sonra ikindi namazının vakti ulaştı. Namaz kıldıktan sonra tekrar İmam (a.s) bir konuşma yaptı. Bu konuşmada yine onların davetlerinden ve... söz etti. Hür ise; "Bizim bu davet mektuplarından haberimiz yoktur." dedi. Bunun üzerine İmam Hüseyn (a.s), "Akabet ibn-i Sem'an"a, Kûfe halkının mektuplarıyla dolu olan heybeyi getirmesini emretti. Ama Hür yine de bu mektuplardan habersiz olduğunu söyledi. Bu sırada İmam (a.s) ile Hürr'ün arasında, İmam (a.s)'ın hareketine dair bazı konuşma ve tartışmalar oldu. Çünkü İmam (a.s) Kûfe'ye doğru gitmek istiyordu. Hür de memur olduğu üzere İmam (a.s)'ın Kûfe'ye doğru hareketini engellemeye kesin karar almıştı. Fakat Hür, İmam (a.s)'ın kendi kararından vazgeçmeyeceğini... görünce şöyle dedi: "Hareket etmeye karar aldığınıza göre, kendiniz için ne Kûfe'ye ve ne de Medine'ye ulaşacak bir yol seçin ben de bu arada fırsattan yararlanıp İbn-i Ziyad'a barışçı bir mektup yazayım, şayet Allah-u Teâla beni sana karşı savaşmaktan kurtarır."

Hz. Hüseyn (a.s)’ın Beyza Konağındaki Sözleri

Şeraf konağından hareket ettikten sonra her iki kafile birbirinin parelelinde hareket ediyorlardı. Suyu ve rahatlığı fazla olan yerlere ulaştıklarında orada konaklıyorlardı. Konakladıkları yerlerden biri de "Beyza" konağıydı. Bu konakta yine İmam Hüseyn (a.s) bir fırsat bularak Hürr'ün askerlerine bazı gerçekleri anlatıp kıyam ve hareketinin asıl sebebini şöyle teşrih etmiştir:

"Ey insanlar! Resulullah buyurmuştur ki, "Her kim Allah'ın haramını helal bilen, ahdini bozan, Resulünün sünnetine muhalif olan, kulları arasında günah ve haksızlık yapan zalim bir yönetici görür, ameli ve sözüyle ona karşı muhalefet etmezse Allah-u Teâla böyle bir adamı, o zalimi sokacağı yere (cehennem'e) sokar." Ey insanlar! bilin ki, bunlar (Benî Ümeyye) Allah'ın itaatini terk edip Şeytan'ın itaatine sarıldılar. Fesadı yayıp ilahi sınırları tatil ettiler. Fey'î (Peygamber ailesine mahsus olan ganimeti) kendilerine ayırdılar. Allah'ın haramını helal, helalını da haram ettiler (emr ve nehiylerini değiştirdiler.) Ben müslüman toplumu hidayet etmeye ve onlara önderlik yapmaya ceddimin dinini değiştiren fasitlerden daha lâyığım.

Bi'at ettiğinize, beni düşman karşısında yalnız bırakmayacağınıza ve yardımınızı benden esirgemeyeceğinize dair bana bir çok davet mektupları ve elçileriniz geldi. Bu bi'ata sadık olduğunuz takdirde, adet ve insanî değerlere ulaşmış olursunuz. Zira ben Ali ve Peygamberin kızı Fatıma'nın oğluyum. ...Eğer bana karşı ahdinizi bozar ve biatiniz üzerinde durmazsanız, zaten yeni bir şey yapmış sayılmazsınız. Çünkü babama, kardeşime ve amcam oğlu Müslim'e de aynı muâmeleyi yaptınız. Aldatılan, sizin sözlerinize güvenen kimsedir. Siz nasibinizi elde etmekte hata eden ve payını boş yere elden çıkaran kimselersiniz. Kim ahdini bozar da sözünün üzerinde durmazsa, yaptığı, iş kendi zararına tamam olur. Allah-u Teâla, beni sizden müstağni kılar inşaAllah."[10]

Hz. Hüseyn (a.s)’ın Ebu Hirem'e Verdiği Cevap

"Rüheyme" konağında Ebu Hirem ismindeki Kûfe'li bir kişi, Hz. Hüseyn (a.s)'ın huzuruna varıp şöyle dedi. "Ey Resulullah'ın torunu, seni ceddinin hareminden çıkaran sebep nedir?"

İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdu. "Ey Eba Hirem! Ümeyye oğulları, çirkin sözlerle şahsiyetime dokundular, buna karşı sabrettim, malımı, servetimi yağmaladılar sabrettim. Fakat kanımı dökmek istediklerinde şehrimi terk etmek zorunda kaldım. Allah'a andolsun ki bunlar beni katledeceklerdir. Allah-u Teâla da onları büyük bir zillet ve keskin bir kılıca düçar edecek, kendilerini hor, hakir eden bir kimseyi onlara musallat kılacaktır. O zaman da bir kadının kendi arzuları doğrultusunda halkının mal ve canına hükmettiği Seba kavminden daha çok hor ve zelil bir duruma düşeceklerdir."[11]

Hz. Hüseyn (a.s)’ın Tirimmah İbn-İ Adi Ve Dostlarına Verdiği Cevap

Taberi şöyle diyor: Amr ibn-i Halid, Sa'd, Mecme ve Nafi ibn-i Hilal ismindeki dört kişi, Tirimmah ibn-i Adî'yle birlikte Kûfe'ye doğru hareket edip "Uzeyb'ül Hicanat" konağında İmam (a.s) ile karşılaştılar. İmam (a.s)'la konuşurken şöyle dediler. "Ey Resulullah'ın torunu! Tirimmah yol boyunca hedy (kaval çalma) yerine şu şiirleri okuyarak develeri sürüyordu:

Güzel devem ne olur zahmetimde incime

Yorulma sen, usanma çilelere gam yeme.

Eşsiz binicilere götür beni kendinle

En iyi yolculara götür beni kendinle.

Şafak henüz doğmadan, karanlığı boğmadan

Hareket et, yürü git, yerinde hiç durmadan.

Öyle bir servere ki hürdür, göğsü geniştir

Allah getirmiş onu, işi en iyi iştir.

Ya Rab, O pâk vücudu belalardan koru sen

Asla bırakma sönsün bu ilahî nuru sen.[12]

Tirimmah'ın İmam (a.s)'la görüşmeye olan arzusunu dile getiren şiirleri Hazretin huzurunda okununca İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular: "Allah'a andolsun ki ben, Allah-u Teâla'nın bizim hakkımızda iradesinin hayır olmasını Ümit ediyorum..."[13]

Daha sonra Hz. Hüseyn (a.s) Kûfe halkının akide ve düşünce tarzlarını sordu. Onlar cevaben: "Ey Resulullah'ın torunu! Kûfe kabilelerinin büyüklerine gelince İbn-i Ziyad'dan çok ağır ve değerli rüşvetler almışlardır. Diğer fertlere gelince de onların kalbleri seninledir, kılıçlarıysa aleyhinedir." dediler. Yine İmam (a.s)'ın elçisi olan Kays ibn-i Müsehher-i Saydavî'nin öldürülme haberini Hazrete bildirdiler. Hz. Hüseyn (a.s) bu üzücü haberi duyar duymaz şu ayeti okudu: "Müminlerden öyle erler vardır ki Allah'a verdikleri sözde sadık kaldılar. Kimi adağını ödedi (şehit oldu) kimi de (şehid olmayı) bekliyor. Onlar asla verdikleri sözü değiştirmediler"[14]

Hz. Hüseyn (a.s) daha sonra şöyle dua etti. "Allah'ım! Cenneti bize ve onlara nasip et. Bizleri ve onları kendi rahmetinde, korunmuş olan sevaplarının en beğenilenine ulaştır."

Kerbela Yakınlarında

Hz. Hüseyn (a.s) "Kasr-ı Beni Mekatil" konağında sabaha yakın bir vakitte, gençlere tulumları suyla doldurmalarını emretti, ve bir sonraki menzile doğru hareket edildi. Kafilenin hareketi esnasında İmam (a.s) istirca "İnna lillah ve inna ileyhi raciun..."[15] kelimesini tekrarladığı defalarca duyuldu. Hz. Hüseyn (a.s)'ın yiğit oğlu Ali Ekber, Hazretten bu istirca kelimesinin sebebini sorduğunda İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Ben hafif bir uykuya daldım bir süvari zahir olup şöyle diyordu. "Bu topluluk geceleyin yürüyor, ölüm de onları takip ediyor." Böylece o topluluğun bizlerin olduğunu ve ölümün de bize haber verilmiş olduğunu öğrendim."

Ali Ekber: "Allah kötü bir olay karşımıza çıkarmasın, biz hak değil miyiz?" dediğinde İmam (a.s): "Evet Allah'a andolsun ki biz hak yolundayız." buyurdu. Hz. Ali Ekber: "Öyleyse hak yolunda ölmekten hiçbir korkumuz yoktur" dedi.

İmam Hüseyn (a.s) bunu duyunca şöyle buyurdu: "Allah-u Teâla bir evlada babasından taraf vereceği en iyi mükafatla mükafatlandırsın seni."

Evet, eğer öldürülmek ve öldürmek, kıyam ve inkilap hak yolunda olursa artık ölümden korkmanın bir anlamı yoktur.

Hz. Hüseyn (a.s)’ın Kerbela'ya Vardığı Zaman Buyurduğu Sözler.

Hz. Hüseyn (a.s)'ın kafilesi, Hürr'ün ordusuyla birlikte hareketlerine devam edip "Neyneva"ya ulaştılar. Burada ata binmiş silahlı bir süvariyle karşılaştılar, o adam İbn-i Ziyad'ın elçisiydi, kendisinden taraf Hürr'e mektup getiriyordu. Mektubun metni şöyledir: "Bu mektubu okur okumaz Hüseyn ibn-i Ali'yi baskı altına al ve O'nu kuru düz bir çöle sevk et."

Hür mektubun metnini İmam Hüseyn (a.s)'a okuyup Hz. Hüseyin'i (a.s) bu yeni emirden haberdar etti.

İmam Hüseyin (a.s): "Öyleyse bırak biz Neyneva, Gaziriyyat veya Şufeyye çölüne inelim" buyurdu.

Hür: "Ben sizin bu teklifinizi kabul edemem. Çünkü ben artık karar almakta özgür değilim. Zira bu mektubu ulaştıranın kendisi İbn-i Ziyad'ın casusudur ve benim en küçük hareketlerimi bile göz altında bulundurmaktadır." dedi.

Bu arada "Züheyr ibn-i Kayn" İmam (a.s)'a şöyle bir teklifte bulundu: "Bizim bu az grupla savaşmamız, bunların arkasında olan kişilerle savaşmaktan daha kolaydır...." İmam Hüseyn (a.s) Zübeyr'in teklifine cevaben. "Savaşı ben başlatmayacağım"[16] diye buyurdu.

Daha sonra İmam Hüseyn (a.s) Hürre hitaben: "İkametimize daha münasib bir yer bulmamız için biraz daha hareket edelim." diye buyurdu. Hür, İmam Hüseyin'in (a.s) bu sözüne muvafakat ederek hareketlerine devam edip Kerbela çölüne ulaştılar. Burada Hür ve dostları; "Burası Fırat'a yakın ve münasib bir yerdir" diye Hazretin bundan daha fazla ilerlemesine mani oldular.

Hz. Hüseyin (a.s) o bölgeye inmeye karar verdiğinde o yerin ismini sordu. Buraya "Taf" diyorlar diye cevap verdiler. İmam (a.s): "Buranın başka bir ismi de var mıdır?" diye sorduğunda "Buraya Kerbela da diyorlar" dediler.

Hz. Hüseyin (a.s) "Kerbela" ismini duyar duymaz şöyle buyurdu: "Allah'ım Kerb ve bela (gam ve bela) dan sana sığınıyorum. İşte burası bizim ineceğimiz (son) yerdir. Allah'a andolsun ki, kıyamet gününde de buradan haşrolacağız. Bu, ceddim Resulullah'ın (s.a.a) vadesidir, O'nun vadesinde hiç bir hilaf yoktur."[17] 



Hz. Hüseyn (a.s)’ın Kerbela'ya Vardığı Zaman Buyurduğu Sözler.

Hz. Hüseyn (a.s)'ın kafilesi, Hürr'ün ordusuyla birlikte hareketlerine devam edip "Neyneva"ya ulaştılar. Burada ata binmiş silahlı bir süvariyle karşılaştılar, o adam İbn-i Ziyad'ın elçisiydi, kendisinden taraf Hürr'e mektup getiriyordu. Mektubun metni şöyledir: "Bu mektubu okur okumaz Hüseyn ibn-i Ali'yi baskı altına al ve O'nu kuru düz bir çöle sevk et."

Hür mektubun metnini İmam Hüseyn (a.s)'a okuyup Hz. Hüseyin'i (a.s) bu yeni emirden haberdar etti.

İmam Hüseyin (a.s): "Öyleyse bırak biz Neyneva, Gaziriyyat veya Şufeyye çölüne inelim" buyurdu.

Hür: "Ben sizin bu teklifinizi kabul edemem. Çünkü ben artık karar almakta özgür değilim. Zira bu mektubu ulaştıranın kendisi İbn-i Ziyad'ın casusudur ve benim en küçük hareketlerimi bile göz altında bulundurmaktadır." dedi.

Bu arada "Züheyr ibn-i Kayn" İmam (a.s)'a şöyle bir teklifte bulundu: "Bizim bu az grupla savaşmamız, bunların arkasında olan kişilerle savaşmaktan daha kolaydır...." İmam Hüseyn (a.s) Zübeyr'in teklifine cevaben. "Savaşı ben başlatmayacağım"[16] diye buyurdu.

Daha sonra İmam Hüseyn (a.s) Hürre hitaben: "İkametimize daha münasib bir yer bulmamız için biraz daha hareket edelim." diye buyurdu. Hür, İmam Hüseyin'in (a.s) bu sözüne muvafakat ederek hareketlerine devam edip Kerbela çölüne ulaştılar. Burada Hür ve dostları; "Burası Fırat'a yakın ve münasib bir yerdir" diye Hazretin bundan daha fazla ilerlemesine mani oldular.

Hz. Hüseyin (a.s) o bölgeye inmeye karar verdiğinde o yerin ismini sordu. Buraya "Taf" diyorlar diye cevap verdiler. İmam (a.s): "Buranın başka bir ismi de var mıdır?" diye sorduğunda "Buraya Kerbela da diyorlar" dediler.

Hz. Hüseyin (a.s) "Kerbela" ismini duyar duymaz şöyle buyurdu: "Allah'ım Kerb ve bela (gam ve bela) dan sana sığınıyorum. İşte burası bizim ineceğimiz (son) yerdir. Allah'a andolsun ki, kıyamet gününde de buradan haşrolacağız. Bu, ceddim Resulullah'ın (s.a.a) vadesidir, O'nun vadesinde hiç bir hilaf yoktur."[17

[1] - Ensab'ül-Eşraf, c. 3, s. 164. Taberi, c. 7, s. 287. Kamil-i İbn-i Esir, c. 3, s. 276. İrşad-ı Mufid, s. 218. Harezmî, c. 1, s. 223

[2] - Ensab'ül-Eşraf, c. 3, s. 167. Taberi, c. 7, s. 289. el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 8, s. 168 
                 
İbn-i Abbas (r.a), Hz. Resulullah’ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
“Hüseyin bendendir ve benim oğlum, kardeşinden (Hasan’dan) sonra halkın en üstünüdür. Hüseyin müslümanların imamı, mü’minlerin mevlası, Allah’ın halifesi, imdat çağıranların yardımcısı, sığınanların sığınağı ve Allah’ın tüm halkına hüccetidir.
O, cennet ehli gençlerin efendisi ve ümmetin kurtuluş kapısıdır. Onun emri benim emrimdir, ona itaat bana itaattır..
 

 
 
  Bugün 10 ziyaretçi (16 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol