Şeyh Hasan’ın türbesini ve dergâhını; Türk töresi gereği soyundan geldiğimiz atamıza saygımızıdan, onu İslam motifleri ile kuysiyet kazandırarak bugüne getirdik. Dedemizin türbesi; mutlu günlerimizde üzerinde kurban keser lokma dağıtır, acili günlerimizde yardım diler ve onun kutsallığına sığınırdık. Şeyh Hasan’ın gerçek kişiliğiniyle kimse ilgilenmezdi. Sadece o bizim atamız, kerametleriyle tanıdığımız evliyamızdı; kuru bastonunu kepir toprağa sokunca yeşerip “Sakiz Baba” oluşmuş, tekme vurunca su çıkmış “Pınar” olmuş, tekkesini kurarken ağaç aramaya çıkmış bir koca kiraz ağacı, köküyle göceğiyle kendiliğinden düşüp peşine Arapgir’den Onar Köyü’ne gelmiş. Bir tas çorba ve bir torba arpayla; Sultan Alaeddin’in üç bin atlı ve üçbin yaya askerini atlarıyla birlikte doyurmuş... Bu ve benzeri kerematlerinden ötürü, Şeyh Hasan’ın “malikhânesine ve divanı”na “Büyük Ocak” adı verilerek kutsanmış ve 800 yıl “Cemevi” olarak günümüze değin korunarak yaşatılmıştır.
İslam öncesi ve sonrası Orta-Asya Türk topluluklarında “Ateş” ve “Ocak” kutsal kabul edilirdi. (1) Yerleşik düzen sonrası da evdeki ateş yakılan ocak da kutsanmıştır.Küre de tabir edilen ateş yakılan yere niyaz edilir hale dönüşmüştür.Ocak’da yanan ateş söndürülmeyerek üstü külle öltülür. Cuma akşamları ise; ocak başında Kur’an ve gülbank okunur, uğrular için ateşe üzerlik otu ve tuz atılır, ocağın davlunbaz üstünde ki çıralığa mum yakılarak sabaha dek söndürülmez. Yine bu akşam helva, çörek, bicik, sırın, arabaşı, kömbe, balör gibi yiyecekler hazırlarak topluca dualar eşliğinde “ocakbaşı”nda yenir, şerbetler içilir. İşte, Büyük Ocak denile Şeyh Hasan’ın konutu ve dergahıda bu nedenle koruna gelmiştir.
Antik Anadolu uygarlıklarında da “Ocak Kültü” geleneği vardır. Ocak kutsanarak, kurbanlar kesilmekte ve çeşitli adaklar sunulmaktadır. (2)
8.Yüz yıldan itibaren çeşitli bölgelerde ve değişik adlar altında Ortodoks İslama (Sünnilik ve Şiilik) karşı Heterodoks İslami hareketler ve bunların düşünsel türevleri gelişti ki; bu tasavvufi öğretilerin hepsi Alevilik ve onun versiyonlarıdır. Orta-Asya ve Antik-Anadolu; kültür ve kültlerini eklemleyen Türkmen Alevi toplumu, ocak kültü geleneğini de özümseyerek kendi töresinin kurali haline getirmişlerdir. (3)
Ocak Kültü geleneğini daha da ileri bir üst düzeye getirerek; dini bir veçhe kazandıran Alevi Toplumu; dini önderleri Dede ve Baba evlerini “OCAK” kabul edip kutsayarak İslami daire içine almışlardır. Binlerce yıllık tarihin derinliklerinden gelen bu inanç; “Dede Ocakları” şeklinde kurumlaşarak, 9. yüzyılda filizlenmeye başlanmiş ve 13.yüzyılda coğrafi olarak yaygınlaşarak“Ocakzade Dede ve Baba”nın adıyla anılan Cemevi, tekke ve zaviye şekline dönüşmüştür.
Ocakların tarihi gelişim içinde görevleri şunlar olmuştur: Halkin sosyo- ekonomik yardımlaşma ve dayanışmasını sağlamıştır. Misafirhâne olarak; yolculara, konuklara, kervancılara barınma, yeme, içme gibi hizmetler sunmuştur. Mahalli eğitim ve öğretim kurumu işlevini görmüştür. Edebiyat, musiki, kültürel faaliyetler yürütmüştür.El sanatları ve çeşitli zanaatların gelişimine ön ayak olmuştur.Tarımsal üretim ve sağlık merkezleri olmuşlardır. Devrin siyasi, içtimai, ticari hayatına yön vermiştir. Mürşid-Pir-Rehber-Talip teşkilatlanmasıyla tasavvufi öğretiyi yaşama geçirerek, bağlıları muhibban zümreler arasında sevgi ve davranış birlikteliği sağlayarak milli, dini ve dil birliğini gerçekleştirmiştir. Ocağa bağlı zümreleri ve dervişleri cihat şuuruyla yetiştirerek Selçuklu ya da Osmanlı ordularıyla birlikte seferlere, akınlara, fetihlere gönderen: Sevk eden merkezler olmuşlardır...
Ocaklar maddi yaşamlarını nasıl sağlıyorlardı? Bu sorunun iki yanıtı bulunmaktadır:
İlki; her Ocağa bağlı talip ve muhiplerin yardımları ve yıllık verdıklerı “Hakk’ullah-Çerâğ Hakkı” akçesi ve ayni ödentilerle yaşamını sürdürmekteydiler.İkincisi; Devletin verdiği toprak üretiminden elde edilen gelirlerle ocağın idamesi sağlanıyordu. Belli zamanlarda özelliklede seferi durumda devlet destek almak amacıyla dergahlara nakdi yardımlar yapmaktaydı.
Gerek Selçuklu gerekse Osmanlı Devleti’nce Aşiret Beyleri ile “Kolonizatör Türk Dervişleri”ne verilen topraklar “malikhâne-vakıf”şeklinde olabiliyordu. ”Yurtluk ve Ocaklık” denilen bu uygulama; fetihlerde bölgedeki irsi beylere geçimleri ve geleneklerini sürdürmeleri için, ayrıca devlete bağlılıklarını sürekli kılabilmek için bırakılan toprak gelirleridir. Yurtluktan farklı olan “Ocaklık”; soy sürmesine karşın, arazileri, toprağı satamaz ve devredemezdi. “İlâ-nihayet” toprak o soylunun zürriyetine aitti. (4 a.b)
Şeyh Hasan ve Zaviyesi’ne, Selçuklu Sultanı I.Alaaddin Keykubat; “Onar” denen mir-i araziyi “mülk kılarak ve şeriat kurallarına uygun tasarruf için,, 22 Nisan 1224 tarihinde vakfederek “ocaklık” olarak evladının eladına ve evladına” vermiş ve “Onar Köyü”nüde tescil etmiştir..
Anadolu Selçukluları Peyganber soyundan gelenlerin neseplerini tesbit etmek ve onların işlerini takip için Seyyidlik Nakipliği kurmuşlardır. Vakıfların işlerini yürütmek içinde vakif nezareti (Divân-i tevliyet) mevcutur.(5) Aynı müesseselerı Osmanlılarda da görmekteyiz.
Şeyh Hasan Vakfi; Osmanlı döneminde de uygulama zaman zaman inkitaya uğrasada devam etmiştir. Ocağa ve Aşirete adını veren Şeyh Hasan kimdir? Şeyh Hasanânlı oymaklarının bulunduğu yörelerde yaptığımız araştırmalarda değişik versiyonlarıyla çok sayıda Şeyh Hasan söylenceleri dinledik. Farklı tarihlerde yazılmış belgeleri inceledik. Elimizdeki fermanlarla arşivlerdekileri karşılaştırdık. Böylece masalsı, efsanevi ve şiirsel destansı anlatımlarla gelen söylenceleri, türbede bulunan mezar taşı üzerindeki “Bayat Boyu Damgası” ile diğer mezar taşları, vakfiyye ve fermanlar ile yazılı belgelerdeki verileri karşılaştırıp, çözüme ulaştırarak sağladığım bilgilerle bir sentez oluşturdum. (5.a)
Bugünkü Kazakistan’ın Türkistan-Yesi şehrinin Üç-Kurgan yöresinde doğan Şeyh Hasan; Oguzlar’ın Bozok kolunun Günhanoğulların Bayat boyunun On-Er oymağındandır. Şeyh Hasan dünyaya geldiğinde dedesi Bahşi Han oymak beyidir. Abbasi zülmünden kaçan Hz. Muhammed-Ali soylular Bahşi Han’a sığınırlar. Bahşi Han oğlu Ahmed’i sığınmacı Musa-ı Kazım (ö.799)’ın oğlu Abbas’ın kız torunlarından Vedduha ile evlendirir. İşte, bu evlilikten Şeyh Hasan doğar. Bahşi Han oğlu Ahmed bir seyyide ile evliliğinden sonra kendini tasavvuf ve Alevi öğretisine verir. İlim ve irfan sahibi olan Ahmed, Şeyh ve Hâce ünvanıyla anılmaya başlar. Hz.Ali’nin oğlu Muhammed Hanifi soylulardan ve Hz.Hüseyin oğlu Zeyd soylu seyyidlerden; Kuran’ın batıni (içsel) özünü ve İlm-i Ledün konusunda feyz ve el alır. Batıni ve İsmaili örgütlenmelerde bulunur. Sufilik mahlasi olarak da "VERANİ" lakabi verilir.(6.a) Bundan sonra “Şeyh Ahmet Verani” olarak ün salar. Şeyh Ahmed Veran'nin Şeyh Hasan'dan sonra Şeyh Ahmed adında bir oğlu daha olur.
Şeyh Ahmed Verani 10-12 yaşlarına gelen iki oğlunu amcazadesi olan Hâce Ahmet Yesevi (Ö.1167/9) dergâhına eğitim ve öğretim için verir. Şeyh Hasan ve Şeyh Ahmed; Yesi’deki dergâh da; Türkçe tarikat erkâni ve sülük adâbını, İslami ilimleri ve Türk sufiliğini, ahlâki ve tasavvufi kaide ve kurallarını kısa zamanda öğrenerek Hâce Ahmed Yesevi’nin halifeleri arasına girerler. (6.b)
Şeyh Hasan; bozkır göçebe Türk oymağından ve bey soylu olduğu için; küçük yaşta iyi ok atar, iyi kılıç kullanır ve iyi at sürermiş. At yarışlarında ve ok atmada birinci olurmuş. Bu yeteneklerini bilen hocası Ahmet Yesevi bir gün O’na cemaatle cemdeyken; “ -Sen, bir er değil On Er gücündesin, bundan böyle senin adın, Şeyh Hasan Oner olsun, ve böyle biline, böyle çağrıla...” der. Ve dua eder.
Efsaneye göre, Şeyh Hasan’ın yaşama başlangıcı böyledir. Faruk Sümer; Oğuzların On-Oklar mensubu olduğunu belirtmektedir. Ayrıca Selçuklu emirlerinden ve İsfahan’da padışahlığını ilan eden Bilge Beğ ünvanlı Un-ar adlı zattan bahsetmektedir ki: (7) Söylencede geçen On-Er teriminin köken olarak “On-ok” veya “Un-ar” dan gelme olasıdır. Ayrıca, Şeyh Hasan’ın en son yerleşip zaviyesini kurduğu köyün adı da “On-ar” dir.
Şeyh Hasan’la ilgili ilk araştırma ve incelemesi yayınlanan arkeolog Dr.İsmail Kaygusuz; Onar Dede Mezarlığı’nda saptadığı “Bayat boyu damgasi taşıyan mezar taşı”(8) söylencelerin doğruluğunu kanıtlamaktadır.
Şeyh Hasan’ın gelenekse söylensel yaşamına, menkıbesine devam edersek: (9)
Bahşi Han’in vefati üzerine beylikten feragat eden babasının yerine oymağının beyi (aşiretinin reisi) olur. Kadeşi Şeyh Ahmed’de ikinci reisliğe getirir. Aşiretin diş ilişkilerini ve askeri idareyi Şeyh Hasan yönetirken; iç düzeni ve dini işleri de Şeyh Ahmet yönetir.
Orta-Asya’daki iç karışıklıklardan ya da efsaneye göre Şeyh Hasan; Piri Hâce Ahmet Yesevi’den icazet alarak “Kırk Kalenderi Derviş” ile ve Oymağıyla Anadolu’ya (Rum’a) gitmek üzere Türkistan’dan hareket eder. Bu anlatılan menkıbe’nin dışında o dönem bölgeye
tarihi olarak bakığımızda muhtemelen Şeyh Hasan irşat için, Nizari İsmaili’lerincede özel
olarak görevlendirilmiş olabilir. O’da Moğol istilasının olduğu bir dönem olduğu için oymağı ile Rum’a göç eder
Elimizdeki bir belgeye göre Şeyh Hasan, 21 Recep 582 (1186) tarihinde İsfahan Kale'sinden “Yol İzinnâme”si alır. Şeyh Muhammed Bin Abdullah Ardistani (Hindistani/ Horasani’de okunabilir) 'nın yazdığı yazıda; “...On iki imam ve şanlı evlatlarından olan Şeyh Hasan'ın geçtiği bölgelerde ki; sultan, vezir, emir, büyük efendiler, İslam Kadılar ve onların hadımları, her şehirde ve köyde, zaviye ve tekkelerde, kilise ve hayır yerlerinde; Arap’ın, Türk’ün, Acem’in, doğulusu batılısı Deylemliler, Akrad ve Haşimiler, hasılı devlet erbabı; gelip müracaat edeceklere, ilgi gösterip, hediyeler ikram ve nimetlerden hissedar edip, koruyarak, bugüne kadar imdada yetişip, onları muhafaza etsinler...” (10) Denmektedir. Bu belgeyi tarihi kaynaklarla karşılaştırırsak:
Şeyh Hasan’ın geçiş bölgesinde bu dönemde Nizari İsmaililer hakimdir. Alamut Devleti'nin kurucusu Kelam-i Pir Hasan Sabbah (1090-1124)’ın Batıni öğretisi; eşitlikçi ve paylaşımcı yaşama biçimi ile örgütlenme yöntemiyle Hatay’dan-Hitay’a kadar yayılmıştır. Şeyh Hasan’ın yol güzergâhı üzerinde yüzlerce İsmaililerin kaleleri ve köyleri vardır. Muhtemelen Şeyh Hasan Oner’in bir Türk olan Alamut Piri II.Muhammed (ll66-1210) ile ilişkisi vardir ki, böylesine tumturaklı bir Talimatnâme İsfahan’da yazılarak eline verilmiştir. Bir nevi yol güzergahındaki Nizari İsmaili kale yöneticilerinin uyması gerekli talimatnâmedir. Bu belgede, Şeyh Hasan'ın Deylem bölgesine uğradıktan sonra, AKRAT'a geleceği belirtilmektedir. Akrad Bölgesi; bu günkü Hatay ile Lübnan ve Suriye'nin kuzeyıdır. Druzi'lerin ve Nusayri'lerin yaşadığı bu bölge, Arap ve Fransız kaynaklarında "Alevistan" olarak geçmektedır. Şeyh Hasan oymağıyla bu yörede konaklamış ve Halife, Bey, Şeyh, Sultan gibi yönetici ve dini ulema ile görüşmelerde bulunmuştur. (10.a)
Cüveyni ve İbnü’l Esir’e dayanarak Mehmet A.Köymen şöyle yazmaktadır: “Harezmşahlar tahtı üzerindeki mücadele devam ederken, Dinar, Horasan'da daha fazla tutunamamış, emrindeki pek az kuvvetle Türklerin ezeli nasibi olan, yabancı ülkede, yabancı bir etnik unsur üzerinde, yeni bir devlet kurmak üzere, Kirman’a hareket etmek zorunda kalmıştır. 17 Aralık 1185'de Oğuz Şeflerinden Dinar emrindeki Oğuzlar’la Kirman’a girer” (11.a,b) Şeyh Hasan’ın Anadolu’ya geldiği bu dönemde Horasan bölgesi tam bir kaos içinde olduğunu tarihi kaynaklardan bilmekteyiz.(12) Muhtemelen Şeyh Hasan, Bayat boyu oymağıyla bu dönemde ata yurdunu terk ederek batıya doğru göç etmiştir.
C.Cahen tarafından “yayılma krızi” diye adlandırılan “1186-1205” yılları arasında, Horasan ve çevresinden dalgalar halinde gelerek, Güneydoğu Anadolu’da, Irak ve Suriye’de bir süre yer tutmuşlar. Bu dönemde ülke, Kılıç Arslan tarafından kardeşi ve oğulları arasında 11 parçaya bölünmüş olduğundan, kargaşa içinde bulunuyordu. Göçer durumda ki, sürekli silahlı ve asker olan Türkmen Aşiretleri, prensler arasında ki bu mücadelelere birinden birini tutarak katılmak zorunda kaldılar. Prensler ve Sultanlar, onların savaşçı arzularını harekete geçirerek, vurucu güç olarak kullanmişlardır.(13) Şeyh Hasan da oymağıyla bu dönemde çeşitli görevler almış olabilir...
Dr.Kaygusuz; Şeyh Hasan Oner’in başında bulunduğu Bayat Kabilesi Irak ve El Cezire Bayatlarındandır. Çeşitli nedenlerden bir süre buraya yerleşmiş ve hakimi bulundukları kaleden ayrılmış ve kuzeye doğru zorlanmış olabilirler. Şeyh Hasan Oner’in dinsel liderliğinin, Şeyhliğinin Necef ve Kerbela’nın bulunduğu bu bölgede daha da olgunlaştığı söylenebilir. (14)Demektedir.
“Bodik Belgeleri” ile Şeyh Hasan ve Aşkirik Köylerindeki söylenceler; Dr. Kaygusuz’un görüşlerini doğrulamaktadır. Şeyh Hasan; Kerbela, Necef, Bağdat ve Hicaz’a gitmiş, oradan da Mısır’a giderek tekrar Bağdat’a dönmüştür. Bağdat’tan da Konya’ya gitmiştir.
Başka bir anlatımda ise; Şeyh Hasan oymağıyla Halep’ten Sis (Adana), Maraş, Adıyaman, Akçadağ-Malatya (bugünkü Battal Gazi ilçesi) güzergâhıyla Fırat’ın doğu yakasındaki Abdülvahap Gazi’nin türbesinin bulunduğu tepe ve Mukaddes Dağındaki Mar Ahron Manastırı (kilise) ile Muşar’a kadar olan bölgeyi işgal eder. Muşar’da Şeyh Hasan Beyliği adıyla yarı-özerk bir beylik kurar.
Horasan-Deylem-Akrad-Dersim hattı önemli Alevi Merkezleri ve aynı zamanda Alevi Türkmen göçlerinin olduğu güzergahtır. Rum Selçuklu Sultanlığı da bu hattı dolaylıda olsa kontrol altında buldurmaya çalışmıştır. Bu nedenlede güzergaha 360 kale ve çok sayıda köyle hakim olan Nizari İsmaililer (1090-1256) ile iyi ilişkiler içinde olmuştur.
Anadolu Selçuki Sultanlığı her yıl düzenli Alamut Nizari İsmaililere “Çerağ Akçesi” olarak 2000 Dinar gönderdikleri, 1227 yılında ise Suriye İsmaili baş Dai’si Mecdeddin’e verildiğ kaynaklardan bilmekteyiz. (15)
Şeyh Hasan’ın Malatya bölgesini seçme gerekçesinin temel nedelerinden birde şu önemli husustur. Bu bölge ile inançsal olarak çok eskilere dayanan ilişkileri vardır. Çünkü, 4.İmam Zeyn-el Abidin (Ö.714)’in oğlu Zeyid (Ö.740)’in torunlarından Ali-yyül-Medeni, onun akraba ve yandaşları 9.yüzyıl ilk yarısında Malatya’ya gelmişlerdir. Aynı soydan gelen Hüseyin Gazi ve oğlu Battal Gazi’in Anadolu’daki irşat faaliyetleri, Malatya Emirliği, Paulikien-Bizans-Hurremi-Babeki ilişkileri o dönemde önemli bir yer tutar. Bu Alevi kahramanlarının menkibeleri tüm İslam alemine yayılmıştır. İşte bu sebeple Şeyh Hasan; Malatya Kalesi’nin ve Fırat’ın doğu kıyısına gelerek yerleşir. Çünkü bu yörede hala Heterodoks İslami zümreler ile Heterodoks Hırıstıyanlar varlıklarını korumaktadırlar.(16)
Bölgedeki yerel halkları, Kürt, Ermeni, Zaza unsurları kendine tabi kılan Şeyh Hasan; metruk bir Paulicien kalesi olan yerde Şeyh Hasan adıyla bir köy ve zaviye de kurarak başına kardeşi Şeyh Ahmet’i getirir. Bugün Tabanbükü adlı köy bu yerdir.O devirde bu bölge Anadolu Selçuklu Devleti’nin doğu sınırıdır. Şeyh Hasan da Aşiretiyle tam sınır çizgisinde bulunmaktadır.Kanımızca o zamanki Malatya meliki bilerek ve bilinçli olarak sınırları korumak üzere Şeyh Hasan Aşiretini bölgeye yerleştirmiştir. Ve “Uc Beyi” olmuştur. Süreç içinde Şeyh Hasan yöreyi İslamlaştırmış ve Türkleştirmiştir.
Şeyh Hasan muhtemelen 1196-1205 yıllarında bölgeye hakim olmuş ve beyliğide, Selçuklu Sultanı tarafındanda kabul edilip onaylanmıştır. Çünkü, daha sonraki Selçuklu yönetimi ile ilişkileri bu hususu doğrulamaktadır. I.Gıyaseddin Keyhüsrev (1205-1211) ikinci kez Selçuklu tahtına geldiğinde Oğuz/Selçuklu geleneğince oğulları eyaletlere vali olarak göndermişti. Büyük oğlu Şahzâde İzzeddin Keykavus’u Malatya’ya ortanca oğlu Alaeddin Keykubat’ı da Tokat’a Melik nasbetmişti. Şeyh Hasan işte bu dönemdi Malatya Meliki Şahzade İzzeddin Keykavus'la sıkı ve iyi ilişkiler kurmuştur.
İzzeddin Keykavus; babasının Malatya’da veremden ani ölümü üzerine, Kayseri'ye giderek 21 Temmuz 1211 günü merasimle tahta çıkar. Alaeddin Keykubat kardeşinin sultanlığını tanımayarak savaş açar. İzzeddin Keykavus, kardeşi Alaeddin Keykubat’ı Ankara Kalesi’nde yakalayarak Malatya’nın doğusundaki Muşar Kalesi’ne gönderir.
Mukaddas Dağı (Eşraf Briha Dağı)’ndaki Mar Ahron manastırının altındaki Masara (Muşar) Kalesine mahpus edilen Alaeddin Keykubat bilahere yine aynı yöredeki Kezirbet Kalesi’ne nakledilir. Abu’l-Farac ve İbn-i Bibi bu olayı yazmaktadırlar. Müverrih Ebu’l-Fida ve İbn Vasil Olay tarihini 609 (1212) olarak vermekteler. (17.a,b,c)
Bugünkü Hasan Dağı dediğimiz yörenin, Muşar ve Kezirbet Kalelerinin yönetimi o devirde Şeyh Hasan’ın elindedir. Demek ki Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus çok güvendiği için Alaeddin Keykubat’i kalebent olarak Şeyh Hasan’in kontrolüne bırakmıştır.
I.Alaeddin Keykubat 9 yıllık Muşar ve Kezirbet'teki kalebentlik döneminde bölgenin hakimi, Kale Komutani, Aşiret Reisi olarak Şeyh Hasan'la iyi ilişkiler içine girer.(18) Adaf (Kumlutarla) - Kale - Şeyh Hasan -Eğribük köylerinde anlatılanlara göre dedelerinin Kale’de muhafızlık ve bekçilik gibi hizmetlerde bulunduklarini belirtmektedirler.
Söylenceye göre: Alaeddin Keykubat kalede hapisteyken, “Hâce Ahmed Yesevi ya da Şeyh Hasan” Tekkesi postnişini Şeyh Ahmed Dede’yi yanına davet eder; yıldıznâmesine baktırır ve remil ile bahtının açılmasını ister. Şeyh Ahmed Dede: Alaeddin Keykubat’a mahpusta kaygılanmamasını, geleceğinin ferah olduğunu, bütün Rum ülkesinin padışahı, Ulu Sultan Keykubat olacağının muştusunu verir. Alaeddin Keykubat, Selçuklu tahtına geçtikten sonra, kızkardeşi Gevher Hatun’u Şeyh Ahmed Dede’ye verir... (19)
Alaeddin Keykubat (1219/20 - 1236/37) Sultan olduktan sonra merkeziyetçi bir anlayışla Devlet çarkına çekidüzen verir. Orduyu yeniden teşkilatlayarak fetihlere girişir.Şehir ve Kale’lere tahkimat yaparak imar ve bayındırlık faaliyetleri başlatır.
Dr. Kaygusuz’a göre; Şeyh Hasan, silahlı oymağıyla ve okçu birlikleriyle; Alaeddin Keykubat’la birlikte, Kalonoros (Alaiye-Alanya) kalesinin alınmasına ve Fırat boyu fetihlerine katıldığı için: Onar Köyünü tesçil ederek ve arazilerini Şeyh Hasan’in kurduğu “Oner Zaviyesi”ne 22 Nisan 1224’de vakfeder.Vakfiyenin Orijinali Asım Bayrak’tadır.(20)
Adaf’lı Ali Kıran ise; Alaeddin Keykubat’in hizmetleri karşılığı olarak okçu birlikleri kumandani olan Şeyh Hasan’in oğlu Şeyh Bahşiş’ede Kumlutarla Köyü’nü bağışlamıştır.Demektedir ki, Vakif Belgesi ve Şecere, Hüccet Malatya’da Hüseyin Ütebay ailesindedir.
Yine Efendi Dede’nin anlatımına göre; Alaedden Keykubat; Şeyh Ahmet Dede’ye kız kardeşini verdiği gibi, Şeyh Hasan Köyü’nü de vakfetmiş ve Hz.Ali soylu olduğuna dair şeceresini şerh etmiştir. Vakfiye ve Şecere Malatya'da İhsan Gültekin'dedir. Şecerenin fotokopisini Efendi Dede’de gördük...
Tüm bu söylenceler tarihi olaylarla örtüşmektedir. Ayrıca şunu da göstermektedir: Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat ile Şeyh Hasan, kardeşi Şeyh Ahmet ve oğlu Şıh Bahşiş’le arası, farklı ve güçlü ilişkilerle birbirine bağlıdır.
Tarihsel verilerden saptamamıza göre 120 yıl yaşamış olan Şeyh Hasan, 12. yüz yıl ikinci yarısı ile 13. yüzyil ikinci yarısı ilk çeyreğine kadar olan zaman diliminde dolu dolu mücadeleyle geçen bir ömür sürmüştür... Tarihsel verilere göre; Şeyh Hasan’ın tahmini Doğum tarihi: 1156 ?. Hakk yürüyüşü: 1276 ?. olasıdır.